Not:
Bu hikayede gerçek kişi ve mekan isimleri geçmesine rağmen yazılan “karakterler dahil her şey tamamen” hayal ürünüdür. Bu yüzden, lütfen SAKIN ciddiye
almayın, İSMİ GEÇENLERE
DÜŞMAN OLMAYIN ve sadece eğlenin. Bir de okurken aklınızdan
çıkarmayın, hikayeyi 1. ağızdan yazma sebebim: FİLİZ sensin sevgili okuyucu. Sen bu
hikayenin kahramanısın :)
Bölüm 1 - 제 1 회-
Büyük
valizimi sürüyerek çıkışa doğru hızlıca ilerliyordum. Kore’ye ilk gelişimdi.
Şirketten buraya transferimi kendim istemiştim ama gelme sürecim düşündüğümden daha hızlı gelişmişti. Korece biliyordum fakat geliştirmek için vakit bulamamıştım. Gideceğim
adreslerin yazılı olduğu
not defterimi ve Seul’e
daha önce gelen arkadaşlarımın bana kaybolmamam için çıkardıkları
ayrıntılı krokiyi defalarca kontrol etmiştim. Gergindim, evet. Ama aynı zamanda yeni yerler göreceğim, bambaşka
insanlar tanıyacağım için
içim kıpır kıpırdı.
Yeni mücadelem başlıyordu
ve bunu da başarmak için kararlıydım.
Hava
alanının çıkışına doğru ilerlerken bir anda çığlıklar yükselmeye başladı. Karşımdan bana doğru gelen kalabalığı görünce şaşkınlıktan donup kalmıştım. Kalabalık yanımdan geçerek beni
geride bırakınca ne olduğunu anlamak için arkama dönüp baktım. Karşıdan beş kişi geliyordu. İlk önce el sallayan iki
tanesini gördüm. Çok sevimlilerdi. El sallıyor, verilen hediyeleri kabul ediyor
ve herkese gülümsüyorlardı. Ve bir anda “o”nu gördüm. Etraftaki tüm sesler ve
insanlar sanki kayboldu. Onu ilk orda, o
an görecektim.
Üstünde gri kolsuz bir sweatshirt
vardı. Siyah gözlükleri kusursuz yüzüne ne kadar da yakışmıştı. Bronz teni, atletik
vücudu ve gülümsemesinin etrafa saçtığı ışık gözümü kamaştırarak bana nerede olduğumu unutturmuştu. Kimdi bunlar? Birden
kalabalıktan biri adını haykırdı: “Jonghoon oppa!!”
Jonghoon’un FTISLAND grubunun lideri olduğunu sadece birkaç saat sonra öğrenecektim. Ama o an kafamda sadece adı yankılanıyordu, Jonghoon… Kendime gelip, saate baktım. Hava fazla kararmadan kalmam için ayarlanan konuta varmam gerekiyordu.
Aniden
döndüğüm için yanımdan hızla
geçen kişiye çarptım. Valizim yere düşmüştü. Çarptığım kişi umursamadan hızla yürümeye devam etti. Hata bende
olsa da o tavrı yüzünden çok sinirlenmiştim, “Hey!! Önüne baksana!” diye arkasından bağırdım. Duraksamadan sadece
kafasını çevirip şöyle bir baktı ve yürümeye devam etti. Krem rengi
tuhaf duran bir beresi, kareli bir gömleği ve güneş gözlüğü vardı. Hayret verecek kadar
beyaz bir tene sahipti. Ama çığlıklar niye benim tarafıma doğru tekrar gelmeye başlamıştı?
Tepem atmaya başlamıştı artık. Hemen valizimi kaldırıp, çıkışa doğru hızla yürüdüm. Neyse ki
karşılayacak araba beni
bekliyordu. Nerdeyse duraksamadan şoföre kendimi tanıtarak selam verdim, valizi
ona bırakarak arabanın sessiz ortamına kendimi attım.
Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim, kafamı yavaşça onun tarafına çevirdim. Siyah camdan dışarıyı izliyordu. Bana çarpan kişiydi.
Kafam karışmıştı, neler oluyordu?
-Yonghwa’yı başkan aniden çağırdığı için ofise gitmesi gerekti. Çok yorgun olduğumdan eve bir an önce gidebilmem için aynı yöne giden şirketin bu arabasına binmem söylendi.
-Aynı şirkette miyiz!?
Sinirli bir ses tonuyla her zamanki gibi kelimeler ağzımdan çıkıvermişti. Düşünmeden konuşma huyumu bırakıp, ona zekice bir cevapla hak ettiğini vermek isterdim. Derin bir nefes alıp, kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
“Şaka mı bu?” diye sessizce kendi kendime mırıldandım. O ise, ipodunun kulaklıklarını çoktan takmış telefonuyla birilerine mesaj atmakla uğraşmaya başlamıştı. İçimi çektim ve dışarıyı izlemeye başladım. Hava karardığı için fazla bir şey göremesem de içim tekrar kıpır kıpır olmaya başlamıştı. Ipod’umun kulaklığını taktım ve heyecanla binaları, caddelerdeki kalabalığı inceleyerek buradaki yeni hayatımla ilgili düşüncelere daldım.
***
-İlk gününde şimdiden başarılar. Umarım şirkette de bugün olduğun gibi dikkatsiz olmazsın. İyi geceler, diyerek arabadan indi.
Sadece bakakaldım; gülümseyince ne kadar farklı görünüyordu… Başımı salladım ve gene bir şey söyleyemediğim için kendime kızdım. Kore’de adam öldürmenin cezası ne acaba, diye düşünerek oturduğum yerde yumruklarımı sıkarak eve girişini izledim.
Şoför çok nazikti, valizimi 2. kattaki odama çıkarmama yardım etti. Burası yurt tarzında bir binaydı, anlaşılan tek başıma kalacaktım. Ev arkadaşım olmasını ne çok isterdim.
-“Oppa!!
Yonghwa oppa! Jonghyun!”
-Ne
kadar da ukalaydı. Onu tekrar görürsem yapacağımı biliyorum, diye sinirle söyleniyordum
ki...
-Sen
bana çarptın. Üstelik özür bile dilemeden bağırmaya
başladın.
Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim, kafamı yavaşça onun tarafına çevirdim. Siyah camdan dışarıyı izliyordu. Bana çarpan kişiydi.
-Ama…
Sen… Biz… niye aynı arabadayız?
Kafam karışmıştı, neler oluyordu?
-Yonghwa’yı başkan aniden çağırdığı için ofise gitmesi gerekti. Çok yorgun olduğumdan eve bir an önce gidebilmem için aynı yöne giden şirketin bu arabasına binmem söylendi.
O
ne kadar soğukkanlıysa, ben tam tersiydim. Sinirden nerdeyse
kulaklarımdan alevler çıkacaktı.
-Aynı şirkette miyiz!?
Sinirli bir ses tonuyla her zamanki gibi kelimeler ağzımdan çıkıvermişti. Düşünmeden konuşma huyumu bırakıp, ona zekice bir cevapla hak ettiğini vermek isterdim. Derin bir nefes alıp, kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
“Şaka mı bu?” diye sessizce kendi kendime mırıldandım. O ise, ipodunun kulaklıklarını çoktan takmış telefonuyla birilerine mesaj atmakla uğraşmaya başlamıştı. İçimi çektim ve dışarıyı izlemeye başladım. Hava karardığı için fazla bir şey göremesem de içim tekrar kıpır kıpır olmaya başlamıştı. Ipod’umun kulaklığını taktım ve heyecanla binaları, caddelerdeki kalabalığı inceleyerek buradaki yeni hayatımla ilgili düşüncelere daldım.
***
Önce
onun oturduğu 2 katlı binanın önünde durduk. Bana dönüp gülümseyerek,
-İlk gününde şimdiden başarılar. Umarım şirkette de bugün olduğun gibi dikkatsiz olmazsın. İyi geceler, diyerek arabadan indi.
Sadece bakakaldım; gülümseyince ne kadar farklı görünüyordu… Başımı salladım ve gene bir şey söyleyemediğim için kendime kızdım. Kore’de adam öldürmenin cezası ne acaba, diye düşünerek oturduğum yerde yumruklarımı sıkarak eve girişini izledim.
Sadece
2 bina sonra araba tekrar durdu. Bu kadar yakın mı oturuyorduk? Umarım tekrar
aynı arabada olmamız gerekmezdi.
Şoför çok nazikti, valizimi 2. kattaki odama çıkarmama yardım etti. Burası yurt tarzında bir binaydı, anlaşılan tek başıma kalacaktım. Ev arkadaşım olmasını ne çok isterdim.
Etrafa hızlıca baktıktan
sonra kendimi yatağa attım. Kollarımı
iki yana açıp
gerinerek, yarın başlayacak olan yeni maceramı düşünüp gülümsedim.
6 yorum:
Çok heyecanlı, bir daha mı okusam^^ Ama yapmam gereken çeviriler var ottokehh^_^ cage Fighting!!
çook güzel devamını bekliyorumm (:
Çok güzel *.* devamını bekliyoruz ^^
Çok güzel olmuş. Devamını bekliyoruz. İnşallah çabuk gelir :)
Woaa süper olmuş cage... Devam! Durmak Yok! ^.^
Ay nasıl övsem bilemedim bu hikayeyi. Harika olmuş, özellikle bunu Boice olan herkese ithaf ettiğin için çılgınca sevindim. Mükemmeldi, harikasın. Fighting!! ^^
Yorum Gönder