İMZA KAMPANYASI

Notalar ve Sözler - Bölüm 10

Önceki bölümler için tıklayınız: 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9

Not: Bu hikayede gerçek kişi ve mekan isimleri geçmesine rağmen yazılan “karakterler dahil, her şey tamamen” hayal ürünüdür. Bu yüzden, lütfen SAKIN ciddiye almayın, İSMİ GEÇENLERE DÜŞMAN OLMAYIN ve sadece eğlenin. Bir de okurken aklınızdan çıkarmayın, hikayeyi 1. ağızdan yazma sebebim: FİLİZ sensin sevgili okuyucu. Sen bu hikayenin kahramanısın :)

Bölüm 10

Japonya’da 2. günümüzdü. Turda ilk geldiğimiz şehir Nagoya’ydı. Görevli ekipte olmak Jaejin’in söylediği gibi gerçekten çok yorucuydu. Evet, yorgundum ama hayallerimin ülkesi Japonya’da olduğum için bu umurumda bile değildi. Tek kötü tarafı henüz şehri gezmeye fırsatım olmamıştı. Şehirden ayrılmadan mutlaka kafamdaki yerleri görmeliydim.
 

CNBLUE’nun konserleri harika gidiyordu. Sahnede de normal hayatta oldukları gibi çok doğaldılar. Ama daha önce onları sahnede görmediğim için farkına vardığım yeni bir şey vardı. Hayranların sonu gelmeyen çığlıklarının sebebi... Sahnede şarkı söylerken hepsi sanki etrafa hipnotize edici ışınlar yayıyorlardı. Çok havalı ve etkileyici görünüyorlardı. Özellikle arkada baterisini çalan gerçekten benim tanıdığım sakin Minhyuk muydu? Bagetlerini çevirirken ve kendini kaptırmış baterisini çalarken daha önce onu hiç görmediğim kadar çekici görünüyordu. 

İlk konserde bunları düşünerek, gözlerimi onlardan alamadan ve şaşkınlıkla konseri izlemiştim. Ama 2. konserden sonra bu şaşkınlığı üzerimden atıp performanslarının tadını çıkarmaya başlamıştım. Bu hissettiğim şey CNBLUE’nun sahnedeki enerjisiydi. Onların bir konserini izleyip de BOICE olmayacak tek bir kişi bile olabileceğine inanmıyordum.
 

2 gündür konser çıkışlarında menajerleriyle oldukları veya dinlendikleri için onları göremiyordum. O kötü bakışlı adamdan hoşlanmıyordum. Onunla oldukları zaman yanlarına gidip konuşmaya çekiniyordum. Onlarsa menajerlerine çok güveniyorlar ve oldukça yakın görünüyorlardı.
 

Konserden sonra konser alanına ekiple geri dönmüştük. Kalan işleri tamamlamamız gerekiyordu.
 

Bir süre sonra sahnede Jonghyun’u menajeriyle konuşurken gördüm. Ona bir çanta verdi ve menajeri salondan çıktı. Jonghyun gitarını kutusuna koydu, etrafa bakındı ve tam yürümeye başlamıştı ki beni gördü.
 

-İşin bittiyse otele gidiyorum. Seni de bırakabilirim.
 

İşim bitmişti ve bu teklife hayır diyemeyecek kadar yorgundum. Ekip sorumlusuna otele kendim döneceğimi söyledim. Onların da işi bitmiş olmalıydı ki, birlikte salondan ayrıldılar.
 

Montumu giydim ve Jonghyun’la yan yana konuşmadan kapıya yürümeye başladık. Başında gene o tuhaf duran berelerinden biri vardı.
 

-Bu bereleri takmak zorunda mısın? Çok komikler.
 

Sonu gelmeyen çekişmelerimiz ve iğneli sözlerimizle o günden sonra gene eski halimize dönmüştük. Hiç konuşmamış olmamıza rağmen ikimiz de o gün hiç bir şey olmamış gibi davranıyorduk.
 

Sözlerim üzerine gözlerini devirdi.
 

-Neden herkes aynı şeyi söylüyor? Ne düşündüğünüzü umursamıyorum, bence bu berelerle çok havalı görünüyorum.
 

Yapmacık bir kahkaha attım.
 

-Gerçekten çok inatçısın.
 

-Biz gitaristlerin genel özelliğidir bu. Bir şeyle ilgili karar verdiğimizde kendimizden başka hiç kimse bu fikrimizi değiştiremez.
 

Kapıya varmıştık ve görevlinin çağırdığı taksiyi bekliyorduk. O sırada Jonghyun bir şey hatırlamış gibi ceplerini yoklamaya başladı. Gitarı yere bırakarak tekrar ve tekrar montunun ve pantolonunun ceplerinde bir şey aradı.
 

-Yok.
 

Ne aradığını anlamadığım için meraklı gözlerle onu seyrediyordum. Birden hatırlamış olmalı ki eliyle alnına vurdu.
 

-Çantada kaldı!
 

Bana döndü.
 

-Taksi parasını sen verebilir misin? Cüzdanım ve telefonum menajere verdiğim çantada kaldı. Otele dönünce sana ödeyeceğim.
 

Kocaman açılmış gözlerle ona baktım.
 

-Ama ekiple kalan işleri bitirince beni geri bırakacakları için ben yanıma hiç bir şey almadan çıktım.
 

Birbirimize baktık.
 

-Taksiye binsek bile otele varınca parayı ödeyecek kimseyi bulamazsak bu çok kötü olur. (Güldü) Houston, burda büyük bir sorunumuz var.
 

-Jonghyun, şaka yapmanın sırası mı? Şimdi ne yapacağız?
 

Bir süre hiçbir şey konuşmadan ikimiz de düşündük. İlk konuşan Jonghyun oldu. Yaramazlık yapmaya hazırlanan bir çocuk gibi gülümsedi.
 

-Beni izle, bir fikrim var.
 

Merakla arkasından yürümeye başladım.
 

-Aklından neler geçiyor? Sana güvenmek zorunda olmak tüylerimi diken diken yapıyor.
 

İğneleyici sözlerimi umursamadan yaramaz çocuk bakışlarıyla bana baktı.
 

-Merak etme. Bu sorunu nasıl çözeceğimi biliyorum.
 

Yürüyerek büyük bir meydana geldik. Karşılıklı mağazaların olduğu, ileriye doğru devam eden bir alandı. Yürürken, bozuk para atılması için önlerine bir çanta açmış, şarkı söyleyen bir sokak grubunun önünden geçtik. Onları görünce Jonghyun’un ne düşündüğünün farkına vardım. Panikle kolundan tuttum.
 

-Delirdin mi? Seni mutlaka tanıyan biri çıkacaktır. Yarın bütün basında manşetlere mi çıkmak istiyorsun?
 


Boynumdaki şalı alarak kendi boynuna doladı ve montunun şapkasını başına geçirdi.
 

-Bana güven. Kimse beni tanımayacak. Hem, kim benim sokakta tek başıma para için şarkı söyleyeceğime ihtimal verebilir ki?
 

Bir mağazanın kapalı kepenklerinin önünde durdu ve gitarını çıkarıp, kutusunu önüne koydu. Bense hala tedirgin, durmadan söyleniyordum.
 

-Yonghwa bizi öldürecek.
 

Çalmaya başlar başlamaz kısa sürede başımıza 10-15 kişi toplanmıştı bile. Korkulu gözlerle kalabalığın konuşmalarına kulak kabartmıştım. Tanıyan olursa ne yapmam gerektiğini düşünmekten Jonghyun’un şarkılarını bile dinleyemiyordum.
 

-Son şarkımı özellikle söylemek istediğim biri var.
 

Bakışlarını üstümde hissedince kafamdaki düşüncelerden sıyrılarak şaşkınlıkla ona baktım. Gitarını çalmaya başladı.


  “Kimse izlemiyormuş gibi dans etmek istiyorum

Bildiğim tek şeymiş gibi aşık olmak istiyorum
 

Kalbimin en derinlerinden gülmek istiyorum
 

Söylediğim her nota ve sözü sadece senin içinmiş gibi söylemek istiyorum
 

Bu yeterli mi?
 

Sana söylemek istiyorum ve bildiğim tek yol bu
 

Ve umarım bir gün bu sözlerimin anlamını öğrenirsin
 

Bu sana olan aşkımla ilgili başka bir şarkı”
 

Böyle bir şey beklemediğim için şarkının sonuna kadar gözlerimi ondan alamadan dinlemiştim. İçime yayılan sıcaklık büyüleyici sesinden mi, yoksa şarkının etkileyici sözlerinden mi geliyordu, emin değildim.
 

Şarkıyı bitirince gözlerini açtı ve başını önüne eğdi. Onu dinleyen kalabalık alkışladı ve kutuya para atmaya başladı. Söylediği gibi kimse onu tanımamıştı. Planı işe yaramıştı.
 

Sadece ikimiz kalmıştık. Gitmek için kutudaki paraları cebine koydu ve gitarını kutusuna kaldırdı. Çok mutlu görünüyordu.
 

-Bu duyguyu çok özlemişim.
 

Işıldayan gözlerle bana döndü.
 

-Daha hiç gezmeye fırsatın olmadı, değil mi? Hadi önce bir şeyler yiyelim.
 

Biraz yürüdükten sonra bir sokak satıcısının önünde durduk ve kendimize o-bento aldık. Bir banka oturarak yemeye başladık. Kabındaki yemeklerin yarısını seçtiğini görünce kendimi tutamadım.
 

-Hiç senin kadar yemek seçen biriyle karşılaşmamıştım. Gerçekten çok mızmızsın.
 

Seçtiği yemeklerden birini alarak ağzıma attım. Elindeki kabı, benim yemek kabıma yaklaştırarak yarısını bana verdi.
 

-Ben de hiç senin kadar obur bir kızla karşılaşmamıştım.

***

Gezintimiz ben üşümeye başladığım için çok uzun sürmemişti, ama gene de çok eğlenmiştim ve şehirden ayrılmadan önce gezebildiğim için mutluydum.
Bir otobüse binerek otele döndük. Tam ayrılmak üzereyken bana baktı ve parmağını dudaklarına götürdü.
 

-Şşş, bu gece yaşadıklarımız artık bizim küçük sırrımız. Kimseye anlatmak yok.
 

Güldüm ve başımı salladım. Zaten öyle bir niyetim yoktu.
 

Odama girince kapıyı kapattım ve gülümsedim. Kulaklarımda hala tatlı sesiyle söylediği şarkı vardı:
 

“Çünkü her şey etrafındayken daha aydınlık”

0 yorum:

Yorum Gönder