İMZA KAMPANYASI

Notalar ve Sözler - Bölüm 12

Önceki bölümler için tıklayınız: 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9 - 10 - 11

Not: Bu hikayede gerçek kişi ve mekan isimleri geçmesine rağmen yazılan “karakterler dahil, her şey tamamen” hayal ürünüdür. Bu yüzden, lütfen SAKIN ciddiye almayın, İSMİ GEÇENLERE DÜŞMAN OLMAYIN ve sadece eğlenin. Bir de okurken aklınızdan çıkarmayın, hikayeyi 1. ağızdan yazma sebebim: FİLİZ sensin sevgili okuyucu. Sen bu hikayenin kahramanısın :)

Bölüm 12

Jungshin’le müzik odalarının birinde yalnızdık. Ayaktaydık ve birbirimize bakıyorduk.  Jungshin konuşmaya başladı.
 

-Sana aşık olduğumu daha kaç kez söylemem gerekiyor. Neden beni ciddiye almıyorsun?
 

-Daha çok gençsin. Bu hissettiğini aşk sanıyorsun ama karşına başkaları da çıkacaktır. Üzgünüm.
 

-Hayır, ben başkasını istemiyorum.
 

-Eğer böyle yapmaya devam edersen tekrar görüşebileceğimizi sanmıyorum.
 

Biz konuşurken aralık kapıdan bir tıkırtı geldi. Jungshin kapıya doğru giderek aniden açınca, kapıya yaslanmış bizi dinleyen tanımadığım biri sendeleyerek Jungshin’e çarptı.

 

-Ah, afedersiniz. Ben Hyunnie’yi arıyordum. Sizi rahatsız etmeyeyim.
 

Jungshin gülümsedi ve elini omzuna attı.
 

-Jonghyun, seni görmeyeli uzun zaman oldu. Diablo müsabakamız yarım kalmıştı, hatırlıyorsun değil mi?
 

Onun şaşkın bakışlarına aldırmadan bana döndü.
 

-Tanıştırayım, SHINee grubundan Jonghyun. Jonghyun, bu da Pillis, dizi senaryomu çalışmama yardım ediyordu.
 

Jonghyun ikimize bakarak biraz duraksadıktan sonra gülmeye başladı.
 

-Dostum, ben de sanmıştım ki… Konuştuklarınızı duyunca çok fena terslendiğini düşünerek sana acımaya başlamıştım.
 

Jonghyun, Jonghyun’un aksine oldukça sevimli ve eğlenceli biriydi. Böyle zıt karakterde olmalarına rağmen yakın arkadaş olduklarını duyunca çok şaşırdım.
 

-Hyunnie ile bugün eve gidip turnuva yapmak için sözleşmiştik.
 

Jungshin bana döndü.
 

-Pill, nasıl olsa işimiz bitti. Biz de gidelim mi? Hyung, Jonghyun’a yenildiği zaman çok sinirleniyor. Eğlenceli olur, sen de gel.
 

Nasıl olsa itiraz etsem de kabul etmeyecekti. Jungshin’in, karşısındakinin ona hayır diyemeyeceği sihirli bir gücü vardı sanki.
 

Jonghyun yanında Minhyuk’la geldi. Yonghwa stüdyoda çalışmaya devam etmek için kalmıştı. Hep birlikte eve gittik. Bir kanepeye oturmuş onları izliyordum. Sudan sebeplerden birbirleriyle çocuk gibi boğuşuyorlardı. 

Jungshin’le mutfağa giderek yiyecek bir şeyler hazırladık. Geri döndüğümüzde sehpanın üstüne jenga kutusundaki blogları devirmiş, üst üste diziyorlardı.
 

-Hyunnie’yle Diablo oynamaktan vazgeçtik. Hepimizin oynaması için bu oyunu seçtim. Daha önce oynamış mıydın? Üst üste dizdiğimiz blogları aralardan sırayla çekeceğiz. Blogları deviren kaybedecek. Ama cezalı oynayacağız. Yoksa tadı çıkmaz.
 

-Sizin cezalarınızdan korkulur ama ben varım.
 

Jungshin bunu söyleyerek çoktan oturmuştu. Jonghyun’dan ayların intikamını alma fırsatını yakalamışken ben de bu teklife asla hayır demezdim. Jonghyun aynı şeyi düşünmüş olmalıydı ki, o da bana sinsi bir bakış fırlattı.
 

Oldukça iyi oynamasına rağmen şanssızlık sonucu ilk turu kaybeden Minhyuk olmuştu. Cezasını sessizce, şikayet etmeden beklemeye başlamıştı. Jungshin atıldı.
 

-Buldum. Yapmaktan hep nefret ettiği şeyi yapsın. Hadi Minhyuk, “buing buing”ini görelim.
 

Jungshin telefonunu eline alıp karşısına geçmişti bile. Fotoğraf çekmeye, özellikle böyle komik anların fotoğraflarını çekmeye bayılıyordu.
 

Minhyuk tehditkar bir bakışla Jungshin’e baktı.
 

-Sakın fotoğrafı tweet atmayı düşünme. Yoksa ben de sana moonwalk dansı yaptırarak tüm internete yayarım.
 

Minhyuk bunu söyledikten sonra hızlıca yapıp başını eğince hepimiz itiraz ettik. Bu buing buing miydi yani? TGI Friday’s reklamındaki gibi bir şey olmalıydı. Minhyuk yapmadan kurtulamayacağını anlayınca tüm şirinliğiyle buing buing yaptı. Böyle bir sevimlilik olamazdı. Yanaklarını sıkmamak için kendimi zor tutarken, bir taraftan da diğerleriyle birlikte kahkahalar atıyordum.
 

Fazla gülmüş olmalıyım ki bir sonraki turda ben kaybettim. Fırsatı kaçırmaya niyeti olmayan Jonghyun hemen atıldı.
 

-Alnına fiske vurma cezası olsun. Ben yaparım.
 

-Senden korktuğumu sanmıyorsun herhalde.
 

Sinirle ona bakıyordum. Kaybetmiştim ve şikayet etmeden cezamı kabul etmek zorundaydım. Mızıkçı damgası yemeye niyetim yoktu.
 

Yanıma gelerek ellerini birbirine ovuşturdu. Gözlerimi sımsıkı kapatmış cezamı bekliyordum. Ama niye bu kadar beklemişti? Bana o stresi yaşatmak için mi vurmuyordu?
 

Gözlerimi açtığımda Minhyuk’un Jonghyun’un kolunu tuttuğunu gördüm.
 

-Onun cezasını ben çekeceğim.
 

Jonghyun’la karşılıklı birbirlerine bakıyorlardı. Minhyuk Jonghyun’un kolunu hala bırakmamıştı. Cezamı kendim çekeceğimi söylememe rağmen duymamış gibi davranıyordu.
 

Pes eden Jonghyun oldu.
 

-Tamam. Zaten ağlasaydı hiç çekemezdim.
 

Tam kavgaya başlamaya niyetlenmiştim ki diğerleri konuşmaya başladı.
 

-Başkası cezasını çekemez ama, kurallara aykırı. Cezasını değiştirelim o zaman.
 

Jonghyun terslendi,
 

-Madem benim cezamı beğenmedi, Minhyuk kendisi ceza versin.
 

Diğerleri de onaylayınca Minhyuk biraz düşündü.
 

-Sana vereceğim ceza ne olursa olsun uymak zorundasın, biliyorsun değil mi?
 

Gözlerimi devirerek başımı salladım.
 

-Tamam, bu sözünü unutma. Cezanı şimdi değil, bu hafta içinde bir gün vereceğim ve sen karşı çıkmayacaksın.
 

Minhyuk’un aklından neler geçiyordu?
 

Jonghyun’la Minhyuk anlamını çözemediğim kısa bir bakışma yaşadılar. Jonghyun’la bir olup bana karşı hain bir plan kurmayı mı düşünüyorlardı yoksa? Hayır, Minhyuk bana böyle bir şey yapmazdı.
 

Yapmazdı, değil mi?

0 yorum:

Yorum Gönder