İMZA KAMPANYASI

Notalar ve Sözler - Bölüm 13

Önceki bölümler için tıklayınız: 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9 - 10 - 11 - 12

Not: Bu hikayede gerçek kişi ve mekan isimleri geçmesine rağmen yazılan “karakterler dahil, her şey tamamen” hayal ürünüdür. Bu yüzden, lütfen SAKIN ciddiye almayın, İSMİ GEÇENLERE DÜŞMAN OLMAYIN ve sadece eğlenin. Bir de okurken aklınızdan çıkarmayın, hikayeyi 1. ağızdan yazma sebebim: FİLİZ sensin sevgili okuyucu. Sen bu hikayenin kahramanısın :)

Bölüm 13

Bu hafta gerçekten garip şeyler oluyordu.
 

Bunlardan biri Chanmi ve Yuna’nın CNBLUE’nun stüdyodaki provalarını artık nerdeyse hiç kaçırmamasıydı. Prova sonrası Chanmi Jonghyun’un, Yuna da Minhyuk’un yanından bir dakika olsun ayrılmıyordu. Minhyuk Yuna’yı kıramamış, ona bateri çalmayı öğretmeye başlamıştı. Yuna niye Minhyuk’tan öğrenmek istiyordu ki? Grup arkadaşı baterist Y’den niye istemiyordu? Onları ne zaman stüdyoda görsem tüylerim diken diken olmaya başlamıştı.
 

Kafamdaki bu sorulara rağmen asıl soruyu kendime soruyordum. Neden kızların provalara gelmelerine, onlara yapışıkmış gibi davranmalarına bu kadar sinir oluyordum? İkisi de bana her zaman çok nazik davranmıştı, ikisini de seviyordum. Neden böyleydim?
 

Jonghyun sonunda Chanmi’yle vakit geçirebildiği için mutlu olmalıydı. Minhyuk da Yuna’dan şikayetçi görünmüyordu, ondan hoşlanıyor olmalıydı. Onlar için sevinmeliydim.
 

Jenga oyunundan beri Jonghyun ve Minhyuk arasındaki gerilim de gözümden kaçmamıştı. Bir prova sonrası Yonghwa’yı ikisini de kenara çekmiş bir şeyler konuşurken görmüştüm. İkisi de başı eğik Yonghwa’yı dinlemişler ve sonra birbirlerine dönüp el sıkışmışlardı. Jonghyun’a neler olduğunu sorduğumda bana terslenmiş ve her işe burnumu sokmamamı söylemişti. Tam ondan beklenecek bir cevap olsa da doğru söylüyordu. Sanırım kendi içlerinde olan bir şeydi ve karışmamalıydım. Onlar birbirlerine kardeşten de yakındı. Aralarında her ne varsa nasıl olsa çözeceklerdi.
 

Tahminlerim doğru çıkmış, daha o öğle arası yemekte eskisi gibi birbirleriyle şakalaşarak konuşmaya ve gülmeye başlamışlardı. Onları birbirine küs görmeye dayanamadığım için rahatlamıştım.
 

Ertesi gün öğleden sonra Yuna beni bir konuda konuşmak için kafeteryaya çağırdı. Hiç onunla konuşmak istemiyordum ama bir bahane bulamadığım için kabul ettim. Ayaklarım geri geri gitse de kendimi zorlayarak yanına gittim ve masaya oturdum. Konuşmasına izin vermeden durmadan sorular soruyordum. Çalışmaları nasıl gidiyordu, çıktığı programlarda hangi ünlüleri görüyordu, duyduğu eğlenceli dedikodular var mıydı, daha bir sürü şey. O cevap verdikçe hemen arkasından yeni sorularımı sıralıyordum.
 

Tam başka bir soru soracaktım ki Yuna beni susturdu.
 

-Pillis, bir konuda yardımına ihtiyacım olduğu için seninle konuşmak istedim.
 

Mecburen sessizce onu dinlemeye başladım. Bana Minhyuk’tan ne kadar çok hoşlandığını anlatmaya başladı. Bana güvendiği için benden bir şey saklamayacaktı. Hiçbir şey söylemeden onu dinliyordum. Oysa, gözleri parlayarak anlattıkça anlatıyordu.
 

-Pillis, sanırım o da benden hoşlanıyor. Ama neden hala benimle konuşmadığını anlayamıyorum. Benim reddedeceğimi düşünerek çekindiğini düşünüyorum. Onu benim için cesaretlendirir misin? Sana güveniyor, seni dinleyecektir.
 

Bir süre bir şey diyemedim. Yuna’ya baktım. Çok güzeldi, kibar ve iyi kalpliydi. Eminim birbirlerini mutlu edeceklerdi. Minhyuk bugüne kadar benim için bir sürü şey yapmıştı. Artık geri ödeme sırası bendeydi. Mutlu olmasını istiyordum. Minhyuk’la Yuna, Jonghyun’la Chanmi birlikte mutlu olmalıydılar. Hepsi bunu hak ediyordu. Ben onlar için bana düşen görevi yerine getirecektim ve buna Minhyuk’tan başlayacaktım.

*** 

Minhyuk’a akşam iş çıkışında, çatı katında konuşmak istediğimi söyleyen bir mesaj attım. İşlerimi bitirdikten sonra her zamanki bankta onu beklemeye başladım. Hava kararmaya başlamıştı.
 

Dalgın halimden neşeli sesini duyunca sıyrıldım.
 

-Cezanı merak ettiğin için beni çağırdıysan hiç uğraşma. Daha vakti gelmedi.
 

Cevap vermedim. Ciddiyetimi görünce meraklanarak yanıma oturdu. Onunla açık konuşacaktım. Önce Yuna’yı ona övdüm, ne kadar güzel ve tatlı olduğuna dair şeylerden bahsettim. Şaşkın şaşkın beni dinliyordu.
 

-Bana bunları neden anlatıyorsun Filiz?
 

Derin bir nefes aldım.
 

-Yuna senden çok hoşlanıyor. Sanırım sen de ondan hoşlanıyorsun.
 

-Filiz, şu anda onunla olabileceğimi hiç sanmıyorum. Açıkçası ünlü biriyle olmaya da hiç niyetim yok.
 

Birden kendimi tutamayarak kahkaha atmaya başladım. Minhyuk neden güldüğümü anlamaya çalışıyordu. Gülmeye devam ederek konuştum.
 

-Ne yani, normal biriyle mi çıkacaksın? Belki de bir hayranınla? Sana da komik gelmiyor mu? Hangi normal insan senin kadar ünlü biriyle birlikte olmayı kaldırabilir ki? Hayranlarının bütün nefretini üstüne çekmeyi kimse göze alamaz. Senin durumunda normal biriyle ilişki kurmak imkansız.
 

Napıyordum ben? Gene düşünmeden aklıma o an ne gelirse söylüyordum. Böyle mi Minhyuk’u ikna edecektim? Kendimi hemen susturdum.
 

Ama artık çok geçti. Minhyuk büyük bir sinirle banktan kalktı. Onu hiç böyle görmemiştim.
 

-Minhyuk, ben öyle demek istemedim.
 

-Filiz, yeter. Ben gidiyorum.
 

Arkasından gitmek için kalktığımda sinirle bana döndü.
 

-Sakın peşimden gelme. Şu an seninle konuşmak istemiyorum.
 

Arkasından bakarak bir süre ayakta dikildim. Hayır, böyle durmayacaktım. Bu durumu düzeltmem gerekiyordu. Ona yetişmek için koşmaya başladım. Bina kapısından çıkarken onu yakaladım. Taksiye binmemişti. Sanırım eve gitmeyecekti. Peşinden geldiğimin farkında olmasına rağmen bana bakmadan yürümeye devam ediyordu. Onu çok kızdırmış olmalıydım.
 

Küçük, açık hava beyzbol sahalarından birinin önüne gelmiştik. Tellerle çevrili küçük sahaya girerek beyzbol oynamaya başladı. Sanki bütün sinirini toptan çıkarıyordu. Yarım saate yakın hiç bir şey söylemeden onu izledim. Yarım saatin sonunda nefes nefese tellere yaslandı ve bir süre öyle kaldı.
 

Yakınlardaki bir kafeden hoş bir müzik sesi gelmeye başlamıştı.
 


Sahadan çıktı. Cesaretimi toplayarak konuştum.
 

-Minhyuk, özür dilerim.
 

Bana döndü. Gözlerinden alevler fışkırarak sinirle üstüme gelmeye başladı. İstemsiz olarak geri geri gitmeye başladım. Arkamdaki duvara yaslandığımda artık kaçacak bir yerim kalmamıştı.

Yanıma yaklaştı, kolunu kaçamayacağım şekilde duvara uzattı. Minhyuk’la duvar arasındaydım. Bana bağırmasını beklemeye başladım.

-Cezanı itirazsız çekeceğine söz vermiştin. Karşı çıkmayacaksın.
 

-Özür dilerim, seni üzmek istememiştim.

Yüzü çok yakınımdaydı ve titriyordum. Bana bağırmaya başlayacağından emindim. Gerçekten çok kızmış olmalıydı.
 

-Filiz, adını neden sadece benim doğru söyleyebildiğimi hiç merak etmedin mi?
 

Bu nasıl bir soruydu? Nerden çıkmıştı?
 

-Adını her gün kendi kendime o kadar çok tekrar ediyorum ki… Sadece seni görebilmek için işim olmasa da her gün şirkete geldiğimi biliyor musun? Karar verdim, seni hiç kimseyle paylaşmayacağım artık ve ne olursa olsun söyleyeceğim.
 

Gözlerini gözlerimden çekmeden konuşmaya devam etti.
 

-Ben seni uzun süredir seviyorum Filiz…
 

Bunu söyler söylemez eğilip beni öpmeye başladı. Hiç beklemediğim bu itirafın üstüne gelen bu öpücük beni şok etmişti. Ama sıcaklığını bu kadar yakından hissetmek beni çok heyecanlandırmıştı. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki... Gözlerimi kapattım ve beni öpmesine izin verdim.
 

Beni öptükten sonra başını eğdi ve gözlerini bir süre daha açmadı.
 

 -Bu gerçek mi? Gerçekten bu kadar yakınımda mısın?
 

Yavaşça kolunu indirdi, benden biraz uzaklaştı ve gözlerime yumuşacık bakmaya başladı.
 

Duvara yaslanmış ona bakıyordum ve hala sanki yakınımdaymış gibi sıcaklığını hissediyordum. Uzun süredir kendime itiraf edemediğim bütün duygular dizginlenemez şekilde su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Her zaman Minhyuk’u düşünmem ve onun için endişelenmem, Yuna’nın ona yakın olmasından bu kadar rahatsız olmam, yanındayken hissettiğim her şey… Bir süre konuşmadan sadece birbirimize baktık. Bu an sonsuza kadar sürsün istiyordum.
 


Kısa süre sonra bütün düşünceler kafama üşüşmeye başladı ve gerçekliğe hızlı ve acılı bir dönüş yaptım.
 

-Ben bunu yapamam. Özür dilerim.
 

Kelimeler ağzımdan fısıltıyla çıkmıştı.
 

Koşmaya başladım. Minhyuk arkamdan sesleniyordu, ama o an tek istediğim oradan uzaklaşmaktı. 

***

Takside başımı cama dayamış, düşünüyordum.
 

Yuna bana güveniyordu, ona ne diyecektim? Peki ya Jonghyun? Ya Minhyuk’la ikisi benim yüzümden kavga ederse? Ya aralarındaki ilişki bozulursa? Üstelik bu durum grubu da etkilerse? Yonghwa’nın gece gündüz yaptığı o kadar çalışma, hasta haliyle bile konserlere çıkması, o kadar çabası… Bir de böyle bir sorunla uğraşmasına ve üzülmesine dayanamazdım.
 

Keşke onları hiç tanımasaydım. Belki de ben olmasaydım her şey onlar için daha iyi olacaktı.
 

Ben olmasaydım…


0 yorum:

Yorum Gönder