Not: Bu hikayede gerçek kişi ve mekan isimleri geçmesine rağmen yazılan “karakterler dahil, her şey tamamen” hayal ürünüdür. Bu yüzden, lütfen SAKIN ciddiye almayın, İSMİ GEÇENLERE DÜŞMAN OLMAYIN ve sadece eğlenin. Bir de okurken aklınızdan çıkarmayın, hikayeyi 1. ağızdan yazma sebebim: FİLİZ sensin sevgili okuyucu. Sen bu hikayenin kahramanısın :)
Bölüm 1 için TIKLAYIN
***
Bölüm 2 - 제 2 회-
Bölüm 1 için TIKLAYIN
***
Bölüm 2 - 제 2 회-
Bu
nasıl bir gündü böyle?! Beni gelir gelmez şirketi doğru
düzgün
gezdirmeden telefonların
başına oturtmuşlardı. Hala eksikleri olan Korecemle üst üste
hatalar yapıyordum ve daha ilk günümde şeften bir sürü uyarı almıştım.
Anlaşılan Korece'de en çok kullanacağım kelimeler, “Özür
dilerim, daha dikkatli olacağım.”
olacaktı.
Elimi çeneme dayamış yanaklarımı şişirip, kendi kendime düşünerek etrafa bakınıyordum.
Elimi çeneme dayamış yanaklarımı şişirip, kendi kendime düşünerek etrafa bakınıyordum.
Birden karşıdan hava alanında gördüğüm 5 kişi göründü. O! O da yanlarındaydı! Burada ne işleri vardı? Heyecanla yanımdaki çalışma arkadaşımı dürttüm. Bütün gün kendi işinin arasında şefe fark ettirmeden benim hatalarımı kapatmaya çalışan arkadaşım, yine bir hata yaptığımı sanıp irkilerek bana baktı.
-Eun Mi, kim bunlar?
Heyecandan
neredeyse nefes bile alamıyordum.
Eun Mi kafasını çevirir çevirmez yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı ve onlara el salladı. Siyahlı-lacivertli upuzun kuru kafalı tişörtü olan, bize doğru gelmeye başladı. Garip giyim tarzına rağmen, yüzünde öyle içten bir gülümseme vardı ki ister istemez kendimi ona gülümserken buldum.
-Eun Mi, nasılsın? Telefonla benden randevu koparmaya çalışan güzel kızlarla uğraşıyorsun yine, değil mi?
Eun Mi ile karşılıklı gülerek konuşmaya başladılar. Eun Mi, kısa süre sonra bizi tanıştırmadığını fark etti.
-Ah, özür dilerim. Bu Hongki, FTISLAND grubunun vokali. Bu da Pillis (Adımı, yani Filiz’i söyleyemiyordu, ama benim için önemli değildi.), Türkiye’deki ortak şirketimizden transfer oldu. Bugün ilk günü ve gerçekten çok gayret gösteriyor, dedi ve bana gülümsedi.
Bütün gün ona sıkıntıdan başka bir şey vermediğim için bu güzel sözlerinin üstüne kızardım ve utangaç bir gülümsemeyle Hongki’ye selam verdim. Diğerleri çoktan Hongki’nin yanına gelmişti ve gülümseyerek bana bakıyorlardı.
Hongki geldiklerini fark edince neşeli bir sesle arkadaşlarını tanıtmaya başladı:
-Bunlar grup arkadaşlarım. Jaejin gitar ve vokal. Dikkat et, aç olduğunda seni bile yiyebilir. Ve kendisine buzlu latte ısmarlatmaya çalışırsa sakın kanıp alma.
Jaejin Hongki’ye omuz attı ve bana gülümseyerek selam verdi.
-Minhwan bateristimiz. Erkeksi duruşuna aldanma, utangaçtır. Şu ara onu evden çıkarabilmek için çok uğraşıyoruz. Seunghyun, yeni “artistimiz”. Ama son zamanlarda aşk acısı çektiği için etrafta Shakespeare tiradlarıyla dolanıyor.
Hongki abartılı bir şekilde iki elini kalbinin üstüne koydu. Gözlerini kapatarak başını yana eğdi ve acılı bir ses tonuyla konuştu.
-“Acaba bu yarayı ağır ağır iyileştiren de ne?”
Gözlerini açıp bana göz kırptı ve kahkaha attı. Seunghyun:
-Sana bunu yapmamanı söylemiştim!, diyerek onu kovalamaya başladı. Hongki kahkaha atarak çocuk gibi kaçarken, Seunghyun onu yakalamak için arkasından koşuyordu. Bastırmaya çalıştığım kahkahalarımı artık tutamıyordum.
Bir anda birinin bana baktığını hissettim. Başımı kaldırdığımda onun sıcacık bakan gözleriyle karşılaştım. Gülümseyerek beni izliyordu.
-Onlara aldırma, zamanla bu hallerine alışırsın. Gerçekten iyi çocuklardır.
Büyülenmiş gibi gözlerimi gözlerinden çekemeden sadece başımı sallayabildim.
-Ben Jonghoon, grubun lideri ve gitaristiyim…
Sanırım daha devam edecekti ama Hongki yanımıza gelerek sözünü kesti. Gruptakilere beni göstererek:
-Ne kadar sevimli değil mi? Grubumuzun yeni maskotu olsun mu? Jaejin’den çok daha sevimli ve başarılı bir maskot olacağına eminim. Jaejin’e bakınca bile kanım donuyor.
Bu sefer Jaejin onu kovalamaya başlamıştı. Diğerleri gülerek, onların arkasından gitmeye başladılar. Jonghoon yürürken arkasını döndü ve bana gülümsedi.
-Seni tanıdığıma memnun oldum. Umarım tekrar görüşürüz.
Ve gözden kayboldular. Eun Mi, bana bir şeyler söylüyordu, ama hiçbir şey duymuyordum. Ayrılırken Jonghoon’un söyledikleri ve bana bakışları o an düşünebildiğim tek şeydi.
Oturduğum sandalyeden ani kalkışım Eun Mi’yi korkutmuştu.
-Kısa bir molaya çıkmam gerekiyor. Dönüşte sana da içecek bir şeyler getirmemi ister misin?
Eun Mi gülümsedi ve hayır anlamında başını salladı.
**
Tam arkamda duyduğum kahkaha beni kendime getirdi. Olamaz! Ben bu sesi tanıyordum! Dün valizimi düşüren Jonghyun isimli çocuktu.
İlk tepkim telefonumu cebime koymak oldu. Ama o kadar utanmıştım ki, arkamı hemen dönemedim. Yumruklarımı sıkmış başım önümde öylece duruyordum. Arkamdan dolaşarak önüme gelip durdu. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı.
-Tahmin edeyim. Aslında onunla tanışmak için şirkete girmiş bir hayransın değil mi? Yüzüne bakınca anlaşılmayan bir zekaya sahipsin demek. Şaşırtıcı.
O kadar kızmıştım ki, başımı kaldırıp sinirden kısılmış gözlerimi alaycı gözlerine diktim.
-Benimle nasıl konuştuğuna dikkat etsen iyi olur. Üstelik ben… sadece… aynı şirkette olduğum kişileri tanımaya çalışıyorum. Hem sen de kimsin? Dur söyleme, bir önemi yok benim için nasıl olsa. Hatta bundan sonra benimle sakın konuşma.
Tek isteğim oradan bir an önce uzaklaşmaktı. Rezil olmuştum. Kalan son gururumu korumaya çalışarak içeceğimi alıp başım dik bir şekilde yürümeye başladım. Arkamda tekrar kahkahasını duyunca, istemsiz olarak duraksadım.
-O zaman benden sana tavsiye. Kim olduğumu öğrendiğin zaman internete girip araştırmana gerek yok. “Aradığın türde” fotoğraflarım olmadığı için hayal kırıklığına uğrama diye şimdiden söylemek istedim.
Sinirden dişlerimi gıcırdatıyordum. Nasıl bu kadar gıcık olabilirdi? Sanki kim olduğu çok umurumdaydı. Duymamış gibi yürümeye devam ettim.
Şirketin ana giriş kapısının önünden çalışma yerime doğru yürürken gazozumdan bir yudum aldım. Daha ilk günümdü, ama ülkemi şimdiden özlemeye başlamıştım. Bu içtiğim şey yerine çamlıca gazoz olmasını çok isterdim. Başıma diktiğim gazozumu tam karşımda, kapının önündeki birbirinden etkileyici 3 kişiyi görünce yavaşça indirdim. Özellikle ortadaki beyaz v yaka tişörtlü olan çok havalıydı.
Grubun en havalısı kapının önünde aniden durunca diğerleri de durdu. Ellerini kaldırıp sanki zorlanıyormuş gibi yaparak iki yana doğru yavaşça açtı. Aynı anda açılan otomatik kapı, sanki onun sihirli gücüyle açılmış gibi göründü. Diğer ikisi kahkaha atarken, ben bu beklenmedik hareketi yüzünden henüz yutmadığım gazozumu, sanki bilerek hedef almışım gibi tam onun tişörtüne püskürttüm.
-Özür
dilerim! Ben… Özür dilerim. İstemeden oldu.
Son
cümleleri utançtan o kadar sessiz söylemiştim ki, duyup duymadığından emin değildim. Kıpkırmızı olmuştum. Herkes bana bakıyordu. Özür dilerken, bir taraftan da tişörtünü kurulamaya çalışıyordum.
-Yonghwa
hyung, iyi misin? diye sordu yanındakilerden uzun boylu olan.
Yonghwa ise bana bakarak gülümsüyordu. Kolumu tutarak beni durdurdu.
-Sorun
değil, üzülme lütfen, diyerek bana selam verdi ve yürümeye
devam etti.
Ne kadar iyi ve nazikti.
Arkalarından bakakalmıştım. Hala kıpkırmızıydım. Sonradan kim olduklarını
öğreneceğim CNBLUE grubuyla böyle mi
tanışacaktım! Gerçekten de, bu nasıl bir gündü böyle?!
0 yorum:
Yorum Gönder