İMZA KAMPANYASI

Notalar ve Sözler - Bölüm 4

Bölümler için tıklayınız: 1 - 2 - 3 

Not: Bu hikayede gerçek kişi ve mekan isimleri geçmesine rağmen yazılan “karakterler dahil, her şey tamamen” hayal ürünüdür. Bu yüzden, lütfen SAKIN ciddiye almayın, İSMİ GEÇENLERE DÜŞMAN OLMAYIN ve sadece eğlenin. Bir de okurken aklınızdan çıkarmayın, hikayeyi 1. ağızdan yazma sebebim: FİLİZ sensin sevgili okuyucu. Sen bu hikayenin kahramanısın :)

Bölüm 4 - 제 4 회 -

Birkaç gündür iş çıkışlarında arkadaşlarımla Seul’ü geziyordum. Ama bu ara en hoşuma giden şey yeni yemekler denemek olmuştu. Bir kısmını kesinlikle yiyemeyeceğime karar vermiş olmama rağmen denediklerimin çoğunu beğenmiştim. Fırsat bulduğumda yapmayı denemek için arkadaşlarımdan birkaç yemek tarifi bile almıştım.

Bugün iş yerinde çok yoğun bir gündü. Birkaç gündür ne Jonghoon’u ne de CNBLUE üyelerini görmüştüm. Kafamı meşgul ettiği için işlerin bu kadar yoğun olmasına içten içe seviniyordum.

Bütün gün CNBLUE’nun yaklaşan Londra konseri öncesindeki ayarlamalarla uğraşmıştık ve bazı dosyaları yerlerine ulaştırabilmek için şirkette bir aşağı, bir yukarı dolaşmam gerekmişti. Nerdeyse hiç oturmamıştım ve başını kaşıyacak bile zamanı olmayan iş arkadaşlarımı rahatlatabilmek için dişimi sıkarak elimden geldiğince onlara yardım etmeye çalışıyordum. 

Son dosyayı verdikten sonra yerime tekrar dönüyordum. Asansör beklemeden, sadece 2 kat yukardaki ofise çıkmak için merdivenleri tercih etmiştim. Merdivenleri çıktım; son basamağı da bitirmiştim ki bir anda gözüm karardı. Trabzana tutunmaya çalıştım, ama sanki tüm dünya dönüyor gibi hissediyordum. Trabzan elimden yavaşça kaymaya başladı ve geriye doğru dengemi kaybettim. Gözlerimi sıkıca kapattım, merdivenlerden düşmek üzereydim ve vücudum bunu durdurmak için hareket edemiyordu. 

Güçlü bir kol beni yakaladı ve kendine çekti. Düşmemek için kalan son gücümle kendimi beni yakalayan kişinin kollarına bıraktım. Sımsıkı ona sarılarak, başım omzunda, onun beni karşıdaki pencerenin kenarına oturtmasına izin verdim. Gözlerim hala kapalı, başım omzunda kendime gelmeye çalışıyordum. Bir süre o şekilde oturduk. Beni tutan kişi endişeli bir sesle,

-İyi misin? diye sordu.

Gözlerimi açtım. Elimi alnıma koyarak kendime gelmeye çalıştım. Bir anda içinde bulunduğumuz durumun tuhaflığını fark ettim ve panikle kendimi geri çektim. O ise kendime geldiğime güvenememiş olmalıydı ki hala kolumdan tutuyordu. Beni merdivenlerden düşmekten son anda kurtaran kişi Yonghwa’ydı.

Utanmıştım. Kızararak minnetle ona baktım.

-Teşekkür ederim. Sen olmasaydın…

Yonghwa gülümseyerek beni susturdu.

-Önemli değil. Ama kendine bu kadar yüklenmemelisin. Seni revire götürmemi ister misin?

-Gerek yok, daha iyi hissediyorum.

Şüpheyle beni süzerek gerçekten iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu.

-Bugün hiç yemek yedin mi?

Başımı önüme eğerek hayır anlamında kafamı salladım.

-Bugün sadece kahve için vaktim oldu. Ama birkaç kurabiye alarak geçiştirebilirim. Daha yapacak çok şey var. Üstelik göründüğüm kadar zayıf biri değilim, dayanabilirim.

Az önceki halimle tezat oluşturan bu sözlerim ve başım dik, kararlı duruşum onu güldürmüştü. Beklememi söyledi ve biraz ileriye giderek kısa bir telefon konuşması yaptı. Geri döndüğünde çoktan ayağa kalkmış, ofisime dönmeye hazırlanıyordum.

-Şimdi bu iyiliğimi ödeme sırası sende. Tek başıma yemek yemekten hiç hoşlanmam. Ofisini arayarak senin için izin aldım. Benimle yemek yiyerek borcunu ödemek zorundasın.

Ne yapacağımı bilemedim. Gözlerimi kocaman açmış, şaşkınlıkla ona bakıyordum. Oysa bana bakarak gülümsüyordu.

-Çantanı alıp otoparka gelir misin? Seni orda bekleyeceğim.

Tam gidiyordu ki bir şey hatırlamış gibi arkasını dönüp bana baktı.

-Ve lütfen asansörü kullan, diyerek gülümsedi ve yürümeye devam etti.

** 

Gri bir şirket arabası kullanıyordu. Arabaya bindiğimde kemerimi takmama yardım etti. Hala benim için endişeleniyor olmalıydı. Arabayı çalıştırdı ve radyoyu açtı. Justin Timberlake’in “Like i love you” şarkısı çalıyordu.



Neşeyle şarkıyı söylemeye başladı. O hali bana da yansımıştı. Birlikte sallanarak ve başımızı sallayarak şarkıyı söylemeye başladık. Sadece bazı kısımlarını biliyordum, şarkıyı o götürüyordu. Sonlara doğru şımarmaya ve sözleri yayarak söylemeye başlamıştık. Birbirimize bakarak deli gibi gülüyorduk. O kadar çok eğlenmiştim ki restorana geldiğimizi bile fark etmemiştim. 

Bize gösterilen masaya otururken hala gülümsüyorduk. Yemeğimi onun seçmesine izin verdim. İçecek olarak portakal suyu tercih ettim. Gülmeye başladı. Neden güldüğünü anlamadığım için şaşırdım. Hala arabadaki halimizi mi düşünüyordu?

-Jonghyun olsa o da portakal suyu isterdi.

Bardağımdan aldığım yudumu yutmakta zorlandım ve öksürdüm.

-Ondan hoşlanmadığını Minhyuk anlattı. Aslında birbirinize ne kadar çok benzediğinizi bilseydin…

Yüzümdeki dehşet ifadesini görünce devam etmedi. Tekrar gülmeye başladı. Konuyu değiştirmek istedim. Ama ağzımdan aslında o an aklımda olduğunu bile fark etmediğim “o”nun ismi çıktı.

-Jonghoon’u, yani FTISLAND’ı uzun süredir mi tanıyorsun?

FTISLAND ve CNBLUE uzun zamandır tanışıyorlardı. Hatta SOPA’da bazı üyeler bir dönem birlikte okumuştu. Birbirlerine her zaman destek olduklarından bahsetti. Sadece aynı şirkette oldukları için değil, benzer zorlu yollardan geçtikleri için de birbirlerini anlıyor ve saygı duyuyorlardı. Her iki grup da gerçekten çok çalışıyor olmalıydı. Şirkette duyduğum şu anki başarılarını ne kadar hak ettiklerini Yonghwa’yı dinledikçe anlıyordum ve gözümde onlara duyduğum saygı ve hayranlık artıyordu. 

**

Şirket otoparkında arabadan indiğimde bu güzel gün ve yemek için çok mutluydum. Yonghwa’yla zaman geçirmek nefes almak kadar rahat ve doğal gelmişti. Harika bir kişiliği vardı. Gerçekten iyi bir lider olmalıydı. Sanırım o da iyi vakit geçirmiş olmalıydı ki bana gözleri parlayarak gülümsedi.

-Bir ara bunu gruptakiler varken de hep birlikte tekrarlamalıyız. Herkes çok yoğun olduğu için her zaman bir araya gelemiyoruz. Ama programımızı ayarladığımda sana da haber vereceğim. Tabi istersen.

Gülümseyerek istediğimi söyledim ve ayrıldık.

Ofise çıkarken gözüm aralık bir kapıdan içeriye kaydı. İçerde Jonghoon ve Chanmi konuşuyorlardı. Kapının önünde donakalmıştım. İçimden bir ses ne konuştuklarını dinlemem için içeri girmemi söyledi. Burası bazı kayıtların arşivlendiği, sıralı raflardan oluşan bir odaydı. Bir rafın arkasında durursam beni görmeleri imkansızdı. Sessizce içeri süzüldüm ve bir rafın arkasında onları dinlemeye başladım. Chanmi AOA’yla yaptıkları çıkışla ilgili kaygılarından bahsediyordu.

Bir anda biri eliyle omzuma dokundu. Çığlık atmak üzereydim ki aynı el ağzımı kapattı. Arkamı döndüğümde Jonghyun’u gördüm. Sinirli bir hareketle elini ağzımdan çektim. Fısıltıyla,

-Ne işin var burada! dedim.

-Aynı şeyi önce kendine sor!

İçimi çekerek Jonghoon’la Chanmi’ye baktım.

-Sanırım ikimiz de aynı sebepten buradayız.

Tam o anda Chanmi bir kahkaha kopardı. Jonghyun’u bırakıp neler olduğunu anlamak için tüm dikkatimi onlara verdim. Neler yapıyordum? Ben böyle bir insan değildim.

Rafın arkasından onları görebilecek tek görüş açısı olduğundan Jonghyun omuzlarıma bastırarak başımın üstünden neler olduğuna bakmaya çalışıyordu. Sinirle fısıldadım,

-Ellerini omuzlarımdan çek.

-Önce sen dirseğini karnımdan çeksen daha iyi olur.

-Sessiz ol biraz!

-Saçların burnumu gıdıklıyor. Biraz ileri gitsene!

Birbirimizle uğraşmaktan ne kadar gürültü yaptığımızı fark etmemiştik. Jonghoon’la Chanmi susmuş, neler olduğunu anlamak için bulunduğumuz tarafa doğru bakmaya başlamıştı. Yakalanmış mıydık? Şimdi ne olacaktı? Ne yapacağıma karar veremeden orda tüm saflığımla dikilirken birden Jonghyun beni bileğimden yakaladı. Göremeyecekleri bir yönden arka kapıya doğru benimle birlikte koşmaya başladı. Koridorun sonundaki dışarı açılan kapıdan kendimizi dış merdivenlere attık.

İkimiz de nefes nefeseydik. Jonghyun hafifçe eğilmiş, elleri dizlerinde derin derin nefes alıp veriyordu. Terden saçları alnına yapışmıştı. Ben de hiç farklı bir durumda değildim. O kadar çok korkmuştum ki, elim kalbimin üstünde, kalp atışlarımı normale döndürmeye çalışıyordum.
Jonghyun doğruldu. İki suç ortağı gibi birbirimize baktık. O anda kararımı verdim. Elimi ona doğru uzattım.

-İkimiz de birbirimizin ne istediğini biliyoruz. Eğer birbirimize yardım edersek bunu başarabiliriz. Benim Jonghoon’la, senin Chanmi’yle olabilmen için yapabileceğimiz tek şey şu an bu. Var mısın?

Böyle bir şey beklemediği için şaşırdı. Çok kısa bir süre duraksadı. Ama hemen arkasından kararlı bakışlarıma aynı şekilde karşılık verdi ve havadaki elimi sıktı.

Birbirimize bakarken aynı şeyleri düşünüyorduk. Aşkımız için mücadele edecektik. Birlikte bunu başarabilirdik.

0 yorum:

Yorum Gönder