Not: Bu hikayede gerçek kişi ve mekan isimleri geçmesine rağmen yazılan “karakterler dahil, her şey tamamen” hayal ürünüdür. Bu yüzden, lütfen SAKIN ciddiye almayın, İSMİ GEÇENLERE DÜŞMAN OLMAYIN ve sadece eğlenin. Bir de okurken aklınızdan çıkarmayın, hikayeyi 1. ağızdan yazma sebebim: FİLİZ sensin sevgili okuyucu. Sen bu hikayenin kahramanısın :)
* Bölümü şarkı eşliğinde okumanızı tavsiye ederim:
Bölüm 5
Buluşmamızı istediği alışveriş merkezinin önünde yarım saatten fazla süredir bekliyordum. 5 dakikada bir saatime bakarken, sinirden volta atmaya başlamıştım. Saati kendi programına göre o belirlemiş olmasına rağmen nasıl bu kadar geç kalabilirdi!
-Bu kadarı da fazla artık!
Çapraz taktığım çantamı sinirle düzelttim ve geldiğim yöne doğru dönerek, eve gitmek için yürümeye başladım. Sadece iki adım atmıştım ki arkamdan biri seslendi.
-Pillis!!
Bu Jungshin’in sesiydi. Ne kadar uğraşsa da Filiz olarak adımı telaffuz etmeyi başaramamıştı. Ona doğrusunu söyletmeye çalışmıyordum artık. Hatta telaffuzu o kadar sevimliydi ki bana öyle seslenmesi hoşuma gitmeye başlamıştı. Jonghyun’un geç kaldığı için benden azar yememe planı olarak Jungshin’i kendisine kalkan olarak getirdiğine emindim. Jungshin’e kızamayacağımı biliyordu.
Onlara doğru sinirle yürürken kendi kendime söyleniyordum.
-Kendini akıllı sanıyorsun değil mi Jonghyun? Ama planın işe yaramayacak.
Sinirden ateşler çıkan gözlerimi Jonghyun’un gözlerine dikmiştim. Jonghyun’sa bana burnu havada, umursamaz bakışlarla bakıyordu. Dişlerimi sıkarak konuştum.
-Geç kaldın. Sözleştiğin kişileri hep böyle bekletir misin?
Cevap vermedi. Sadece dudağında belli belirsiz umursamaz bir gülümsemeyle bana baktı. Sinirden nerdeyse olduğum yerde tepinmeye başlayacaktım. Bir erkeğin bir kızı beklettiği nerde görülmüştü? Üstelik bir özür bile dilememişti. Jungshin havayı yumuşatmak istemiş olmalı ki konuşmaya başladı.
-Jonghyun hyung’un huyudur bu. Sözleştiği yerlere asla zamanında gidemez. Sana özel bir durum değil yani. Hatta biliyor musun, geçen ay internet üzerinden yapılan bir twitter söyleşisi vardı. Ona bile on binlerce hayranını bekleterek nerdeyse yarım saat geç gitti. Komik değil mi?
Jungshin’in gülümsemesi benim sinirle ona dönen bakışlarımı görünce yüzünde dondu.
-Provanızın 2 saat önce bittiğini biliyorum.
Cevap gene Jungshin’den gelmişti.
-Eve gidip duş aldıktan sonra yanına gelmeyi planlamıştık. Ama hyung ne kadar erken hazırlanmaya başlarsa başlasın giyinme konusunda en yavaş olanıdır. Sanırım elinde olan bir şey değil, onunla tanıştığımdan beri böyle.
Jonghyun’a dönüp ayakkabısından başlayarak onu süzmeye başladım. Mavili Adidaslarını giymişti, altında eskitilmiş mavi bir kot, üstünde dün giydiği mavi-siyah çizgili tişörtü ve üstünde deri ceketi vardı. Saçlarını sadece şöyle bir tarayıp çıkmıştı. Özel bir şey yoktu. Birden onu göstererek gülmeye başladım. Jonghyun’un kendine güveni beklemediği bu tepkim nedeniyle altüst olmuş, gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.
-Yani o kadar zaman bunları giymek için mi uğraştın?
Öyle çok gülüyordum ki neredeyse gözümden yaş gelecekti. Jonghyun kollarını bağlayarak bize yan dönmüştü. Çok bozulduğu anlaşılıyordu.
Gülmemi durdurmayı başarmıştım. Kıkırdayarak çantamdan siyah bir şal çıkarıp Jungshin’e, boynumdaki ona benzer lacivert olanı da Jonghyun’a uzattım.
-Güneş gözlüklerinizi takıp bunu da yüzünüzü kapatacak şekilde boynunuza dolar mısınız? Hayranlarınızın kulaklarımı tırmalayan çığlıklarını en azından bugün duymak istemiyorum.
Jungshin gülümseyerek dediğimi yaptı. Jonghyun da uzattığım şalı isteksiz bir şekilde alarak boynuna doladı.
-Moda ikonumuz işte şimdi tamamlanmış görünüyor.
Jonghyun’a bakarak tekrar gülmeye başlamıştım. Oysa, “birazdan görürsün” der gibi bakışlarla bana bakıyordu. İkisine de gülümsedim.
-Teşekkür ederim. Şimdi, söyler misiniz neden burada buluştuk?
-Sana yardım edeceğimi söylemiştim. Jonghoon’u bu halinle etkilemeyi düşünmüyorsun herhalde.
Baştan aşağı süzülme sırası bana gelmişti. Ayağımdaki converse’lerimden başladı, dizimin hemen altındaki spor siyah eteğime ve üstümdeki çok sevdiğim pırıltılı Jeff Buckley tişörtüme burnunu kıvırarak baktı. Bozulma sırası şimdi bendeydi. Hemen savunmaya geçtim.
-Bugün izin günüm. Hem ben böyle çok rahatım.
Başını sallayarak bana acıyan gözlerle baktı. Onunla anlaşma yaptığıma sanırım şimdiden pişman olmaya başlamıştım.
-Hadi Jungshin, başlayalım artık.
Jonghyun önde, Jungshin’le ben arkada yürüyerek onun seçtiği bir mağazaya girdik. Bizi görevlilerden biri karşıladı. Az önceki o ukala Jonghyun sanki gitmişti. Görevliyle öyle konuşuyordu ki uzaktan gören biri flörtleştiklerini sanabilirdi. Görevli onun cazibesine kapılmış olmalıydı. Zavallıcık, o güzel yüzün arkasındaki şeytanı bilmiyordu tabi. Jungshin’e döndüm.
-Ne yapıyor bu? Her zaman böyle midir?
-Yeni tanıştığı bayanlarla genelde böyle konuşur.
-Benimle hiç böyle konuşmadı. Beni karşı cinsten saymıyor anlaşılan, diye kendi kendime söylendim.
Jonghyun’un neden Jungshin’i yanında getirdiğini artık anlamıştım. Jungshin’in bugünkü görevi bana kıyafet seçmekti. Kendisini giydirmeyi bile beceremeyen Jonghyun yerine tarzına hayran olduğum Jungshin’in bu görevi üstlenmesi beni rahatlatmıştı. Zaten Jungshin’le anlaşmak daha kolaydı.
Bana seçtiği kıyafetleri alıp kabine girdim. Sırayla hepsini deneyerek Jungshin’e gösteriyordum. Kendimi defileye çıkmış bir manken gibi hissediyordum. Jungshin bana podyumda yürüme şekillerini gösteriyordu. Yan yana abartılı manken yürüyüşü yaparken durmadan gülüyorduk. Çok eğlenceliydi. Jonghyun kolunu bir rafa dayamış yorum yapmadan sadece bizi izliyordu. Bir sürü şey beğenmiştik. Jungshin rahat edebilmem için tarzıma çok aykırı şeyler seçmemeye çalışıyordu. Eğlenceli olduğu kadar ince düşünceliydi.
Sıra gece elbisesi denemeye gelmişti. Kabinden seslendim.
-Jungshin, bunu giyebileceğimi sanmıyorum.
-Ama neden? Doğum günü partim yaklaştı. Yoksa gelmek istemiyor musun? Sana çok yakıştığına eminim. Görmek istiyorum.
Son cümleleri çocuksu bir sesle ve tüm şirinliğiyle söylemişti. Göstermekten başka çarem yoktu. Derin bir nefes aldım ve kabinden önce başımı çıkardım. Jonghyun’u göstererek,
-O zaman ona söyle dalga geçmeyeceğine söz versin.
Sıra gece elbisesi denemeye gelmişti. Kabinden seslendim.
-Jungshin, bunu giyebileceğimi sanmıyorum.
-Ama neden? Doğum günü partim yaklaştı. Yoksa gelmek istemiyor musun? Sana çok yakıştığına eminim. Görmek istiyorum.
Son cümleleri çocuksu bir sesle ve tüm şirinliğiyle söylemişti. Göstermekten başka çarem yoktu. Derin bir nefes aldım ve kabinden önce başımı çıkardım. Jonghyun’u göstererek,
-O zaman ona söyle dalga geçmeyeceğine söz versin.
Jonghyun, omuzlarını silkerek arkasını döndü. Kabinden çıktım. Jungshin yayılarak oturduğu koltuktan doğruldu. Hiçbir şey söylemeden kocaman açılmış gözlerle bana bakıyordu. Jungshin’in bu sessizliği Jonghyun’u da meraklandırmış olmalıydı ki dönüp bana baktı. İkisi de hiçbir şey söylemediği için komik göründüğümü düşünmeye başlamıştım. Başımı önüme eğdim.
-Kötü bir fikir olduğunu söylemiştim. Çıkarıyorum.
Tam dönmüş kabine girecektim ki Jungshin omuzlarımdan tutup beni durdurdu. Omuzlarımı bırakmadan beni aynanın önüne götürdü.
-Kendine bir bak. Göz kamaştırıcı görünüyorsun.
Sözlerine şaşırarak şüpheli gözlerle ona baktım. Aynaya dönüp kendimi incelemeye başladım. Üstümdeki kıyafet altın sarısıydı. Yerinde hafif V dekoltesi ince askılarla birleşiyordu ve bel bölümü tam olarak vücuduma oturuyordu. Etek kısmıysa üst üste gelerek açılan tüllerden oluşarak dizimin biraz üstünde bitiyordu. Parlak kumaşlı elbise, süse ihtiyaç duymayan sade modeline rağmen çok şık ve canlı duruyordu. Kendimi hayretle incelerken baloya gitmeye hazırlanan bir prenses gibi hissediyordum. Beni prensese dönüştüren perim Jungshin’e dönerek gülümsedim. Oysa hala eserini, yani beni gururla inceliyordu. Hemen arkamda Jonghyun’un sesini duydum.
-Olmamış. Eksik bir şey var.
Moralimi bozacak bir şey söyleyeceğini en baştan adım gibi biliyordum zaten. Yüzümü asmış, ona cevap vermek için dönmek üzereydim ki elinde çok zarif, aynı tonda topuklu ayakkabılarla önümde durdu. Eğilerek elindeki ayakkabıları nazikçe bana giydirmeye başladı. Hiç böyle bir şey beklemiyordum. O kadar şok olmuştum ki ne diyeceğimi bilemeden şaşkın şaşkın ayakkabıları bana giydirmesini izledim.
Ayakkabıları az önce giydiren o değilmiş gibi doğrulur doğrulmaz bana arkasını döndü.
-Alacaklarınız bittiyse artık gitmemiz gerekiyor, diyerek kapıya doğru yöneldi.
Ödemeyi yaparak mağazanın önünde bekleyen Jonghyun’un yanına geldik. Hala şaşkındım ve ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum.
-Kafamı kurcalayan bir şey var.
Jonghyun biraz önceki hareketiyle ilgili bir şey soracağımı düşünmüş olmalı ki gerildi.
-Neden sadece bana bir şeyler aldık? Bence benden çok senin ihtiyacın var. Dolabını bana verseler üstüne benzin döküp yakardım kesinlikle.
İğneli konuşmamla eski doğal halimize dönmemiz onu rahatlatmış gibi görünüyordu. Sadece güldü ve yürümeye devam etti. Beni bir taksiye bindirdiler. Kapıyı kapatmadan önce Jonghyun eğilerek gülümsedi.
-Kendim için bir şeyler yapmadığımı da nereden çıkardın? Buradan spor salonuna gidiyorum.
***
Eve gidince aldığımız kıyafetleri yatağın üzerine sererek seyretmeye başladım. Jungshin gerçekten bu işten anlıyordu.
Gözüm yatağın üstündeki gece elbisesine takılınca Jonghyun aklıma geldi. Kafamda artık ona dair sadece soru işaretleri vardı. Yatağın kenarına oturmuş ağrıyan ayaklarımı ovuştururken tek bir şey düşünüyordum.
Jonghyun, sen aslında kimsin?
Gözüm yatağın üstündeki gece elbisesine takılınca Jonghyun aklıma geldi. Kafamda artık ona dair sadece soru işaretleri vardı. Yatağın kenarına oturmuş ağrıyan ayaklarımı ovuştururken tek bir şey düşünüyordum.
Jonghyun, sen aslında kimsin?
1 yorum:
devamını merakla bekliyorum
Yorum Gönder