İMZA KAMPANYASI

Notalar ve Sözler - Bölüm 9

 Önceki bölümler için tıklayınız: 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8

Not: Bu hikayede gerçek kişi ve mekan isimleri geçmesine rağmen yazılan “karakterler dahil, her şey tamamen” hayal ürünüdür. Bu yüzden, lütfen SAKIN ciddiye almayın, İSMİ GEÇENLERE DÜŞMAN OLMAYIN ve sadece eğlenin. Bir de okurken aklınızdan çıkarmayın, hikayeyi 1. ağızdan yazma sebebim: FİLİZ sensin sevgili okuyucu. Sen bu hikayenin kahramanısın :)

Bölüm 9

Gözlerimi açtığımda saat 10:00 olmuştu. Hala yorgun hissettiğim için yataktan kalkmadan başımı pencereye çevirdim. Bulutlu bir hava vardı. 4 gündür nerdeyse durmadan yağmur yağmıştı. Yavaşça yataktan doğrularak oturdum. O günden beri CNBLUE’yu görmemiştim. Londra konseri bitmişti ve bugün CNBLUE’nun Seul’e döneceğini biliyordum. Çoktan havaalanına inmiş olmalıydılar. Elime aldığım telefonuma bakarak düşünmeye başladım. Mesajlar bölümüne girdim, biraz daha düşündükten sonra yazmaya başladım.
 

-Yeni bir anlaşma teklif ediyorum. O gün olanlara dair her şeyi unutup, her zamanki kavgalarımıza devam edelim.
 

Alıcı, Lee Jong Hyun , gönder. İşlem tamamdı. Tedirgin şekilde cevabı beklemeye başladım. Telefonu hiç elinden düşürmediği için cevabın hemen geleceğine emindim. 10 dakika kadar bekledikten sonra yataktan kalktım. Gözüm telefonda kahvaltımı yaptım. Hala neden cevap yazmamıştı? İçime kurt düştü. Acaba Londra dönüşüyle ilgili bir sorun mu vardı?

Dayanamayarak Jonghyun’u aradım. Telefon çaldı, çaldı, ama açan olmadı. İyice meraklanmıştım. Jungshin’i aradım. Üçüncü çalışta telefonu açtı.
 

-Jungshin, Gimpo’ya sorunsuz indiniz mi? Her şey yolunda mı?
 

Karşıdan gelen sesi duymak zordu ve kesik kesik geliyordu.
 

-Araba… kaza... Jonghyun hyu…
 

-Jungshin seni duyamıyorum. Jonghyun’a noldu? Nerdesiniz?
 

Karşıdan gene kesik kesik, hüzünlü bir sesle cevap geldi.
 

-Jonghyun… Seul merkez hastan… 4. kat…
 

Geliyorum, diyerek telefonu kapatıp, kapıya koştum. Girişte asılı olan çantamı ve hırkamı alıp, spor ayakkabılarımı alelacele ayağıma geçirerek evden fırladım. Hemen bir taksi çevirdim. Hastaneye gelince arabadan inerek koşmaya başladım. Biliyordum, Jonghyun’a bir şey olmuştu! Nasıl bir kazaydı? Çok mu ağır yaralanmıştı? Yoksa, yoksa…
 

Kafamdan yüzlerce kötü ihtimal geçerken boğazıma bir şeyler düğümlenmişti. Ağlamamak için kendimi zor tutarak koşuyordum. 4. kata geldiğimde duraksayarak onları görebilmek için etrafa bakındım. Bir odanın önünde Yonghwa ve Jungshin oturuyordu. Başları önlerindeydi. Yanlarına koştum. Beni görünce şaşkınlıkla bana baktılar. Nefes nefese olduğum için hemen konuşamadım. Zaten boğazımdaki yumru konuşmama izin vermiyordu. Kendimi toparlamaya çalıştım. Güçlü olmalıydım. Sesimin titremesine engel olamadan sordum.
 

-Telefonda bahsettiğin kaza… Jonghyun’a bir şey oldu, biliyorum. Dayanabilirim, lütfen benden bir şey saklamayın.
 

Bana hala şaşkın şaşkın bakıyorlardı. O sırada odanın kapısı açıldı ve Jonghyun dışarı çıktı. Gayet normal görünüyordu. Onu hayatta ve sağlıklı görmenin rahatlamasıyla artık kendime hakim olamadım.
 

-Jonghyun!
 

Adı ağzımdan bir çığlıkla çıkmıştı. Sesli olarak ağlamaya başladım ve koşarak beline sarıldım. Kendimi tutamıyordum. Rahatlamıştım, ama çok korktuğum için kendime engel olamadan deli gibi ağlıyordum.
 

Jonghyun şaşırmıştı. Omuzlarımdan tutarak beni kendisinden uzaklaştırdı. Hıçkırarak konuşmaya başladım.
 

-Ben… sana kötü bir şey oldu sandım.
 

Kısa bir süre bana baktı ve ardından parmağıyla beni göstererek kahkahalarla gülmeye başladı. Bense hala ağlamaklı gözlerle ona bakıyordum.
 

-Şu haline bak! 
 

Kahkahaları koridorda çınlıyordu.
 

Duraksadım ve başımı eğerek kendime baktım. Ahh!! O panikle üstümde Hello Kitty pijamalarımla mı evden fırlamıştım? Çok utanmıştım. Yonghwa gülmesine engel olmaya çalışarak konuşmaya başladı.
 

-Kaza önemli bir şey değil. Minhyuk ateşlendiği için havaalanından hastaneye gelirken ışıklarda öndeki arabayla çok hafif bir kaza yaşadık. Menajerimiz şu an onunla ilgileniyor. Minhyuk’un doktor işlemleriyle de Jonghyun ilgilendi.
 

-Korkulacak bir şey yokmuş. Minhyuk sadece biraz üşütmüş. Doktor dinlenirse geçeceğini söyledi.
 

Jonghyun bunu söyledikten sonra bana baktı.
 

-Pillis, iyi görünmüyorsun. Sen de mi hastasın?
 

Jungshin ayağa kalkarak elini alnıma koydu.
 

-Pill, sen yanıyorsun.
 

İyi olduğumu söylememe rağmen Minhyuk’tan sonra beni de doktora gösterdiler. Ben de üşütmüştüm. Geçen gün Minhyuk’la yağmur altında oturduğumuz için ikimiz de soğuk almış olmalıydık.
 

Hastane çıkışı Yonghwa ve Jonghyun işleri olduğu için bizden ayrıldılar. Jungshin, Minhyuk ve benim bindiğim araba onların evinin önünde durdu. Jungshin itirazlarıma rağmen beni de evlerine çıkardı.
 

-Seni evinde hasta halinle tek başına bırakacağımı düşünmüyorsun sanırım.
 

Salondaki kanepelerden birine beni, diğerine Minhyuk’u yatırdı, üstümüzü örttü. Bize doktorun verdiği ilaçları ve kendi odasından getirdiği vitaminleri verdi.
 

-Bugün size ben bakacağım. Bu konuda çok iyiyimdir. Yarın sabah iyileşmiş olarak ayağa kalkacağınıza garanti veriyorum.
 

Zavallı Jungshin işkencesinin yeni başladığının farkında bile değildi.

***

Ben: Jungshin, üşüyorum. (Jungshin hemen üstüme bir örtü daha örttü.)
 

Minhyuk: Jungshin, susadım. (Ona bir bardak su getirdi.)
 

Ben: Jungshin, ben de susadım. (Bana da bir bardak su getirerek yanıma bıraktı.)
 

Minhyuk: Jungshin, sıcak bir çorba olsa çok iyi olurdu. (Jungshin hemen bir çorba yaptı. Ve üstünden mutfak önlüğünü çıkarmadan getirip, sırayla ikimize de içirdi.)
 

Ben: Jungshin,…
 

Minhyuk: Jungshin,…
 

Jungshin sonu gelmeyen isteklerimizi yerine getirmeye çalışıyordu.
 

Bir süre sonra kapıdan ses geldi.
 

Minhyuk: Jungshin, kaçıyor musun?
 

Gözlerimi araladım. Jungshin kapıda ayakkabılarını giyiyordu.
 

-Yani… ben… sete gidiyorum. Siz uyanana kadar dönmüş olurum. Siz dinlenin. İhtiyacınız olabilecek şeyleri başucunuza koydum.
 

Jungshin çıktıktan kısa süre sonra Minhyuk konuştu.
 

-Filiz, …
 

-Minhyuk, benden bir şey istemeyi aklından bile geçirme.
 

Minhyuk sustu. Bir süre sonra ben konuştum.
 

-Minhyuk, …
 

Sözümü tamamlamama izin vermeden Minhyuk cevap verdi.
 

-Filiz, aklından bile geçirme.
 

-Ben sadece geçen gün için teşekkür edecektim. Benim yüzümden ıslanıp hastalandın. Çok özür dilerim. Umarım konseri etkilememiştir.
 

-Hayır, çok güzel bir konserdi.
 

Kelimeler Minhyuk’un ağzından belli belirsiz çıkmıştı. Uykuya dalmış olmalıydı. Kısa süre sonra ben de derin bir uykuya daldım.

***



Gözlerimi araladım. Gece yarısı olmalıydı. Etraf karanlıktı. Kendimi daha iyi hissediyordum. Ateşim düşmüştü.
 

O sırada ayak sesleri duydum. Başımı çevirdiğimde Jonghyun’u elinde bir bardak su, uykulu gözlerle odasına giderken gördüm. Üstünde sadece iç çamaşırı vardı.
 

Bir dakika! Jonghyun’un üstünde sadece iç çamaşırı vardı! Çığlığı bastım ve ellerimle gözlerimi kapatarak yattığım kanepede arkamı döndüm. Jonghyun şok olmuştu.
 

-Sen daha evine gitmedin mi?
 

Koşarak odasına girdi.
 

Minhyuk sanki normal bir şeymiş gibi arkasından seslendi.
 

-Hyung, gene mi Yonghwa hyung’un iç çamaşırını giydin?
 

Ve uyumaya devam etti.
 

Sabah arkama bakmadan bu evden çıksam iyi olacaktı. İç çamaşır paylaşmak? Nasıl delilerle birlikteydim ben?


1 yorum:

haha iyi guldum gece gece :D devamini bekliyoruz :)

Yorum Gönder