~Bölüm 4~
***
Jonghyun yumruklarını sıkarak Ezgi'ye kısılmış gözlerle bir süre baktı. Ezgi bakışlarına daha fazla dayanamayacağını hissederek sandalyeyi çevirerek ona arkasını döndü ve Jonghyun'un nefretini kusmasını beklemeye başladı. Hem gururunu incitmiş, hem de kalbini kırmıştı. "Özür dilerim Jonghyun" diye geçirdi içinden, "özür dilerim…"
***
Jonghyun yumruklarını sıkarak Ezgi'ye kısılmış gözlerle bir süre baktı. Ezgi bakışlarına daha fazla dayanamayacağını hissederek sandalyeyi çevirerek ona arkasını döndü ve Jonghyun'un nefretini kusmasını beklemeye başladı. Hem gururunu incitmiş, hem de kalbini kırmıştı. "Özür dilerim Jonghyun" diye geçirdi içinden, "özür dilerim…"
***
Sessiz ara sokakta boğuşma sesleri yankılanıyordu. Yoldan uzaklaşmışlardı ve etrafta onlara yardım edebilecek kimse yoktu.
Ezgi şaşkınlıkla donup kalmış, karşısında iki kişiyle dövüşen Jonghyun’a bakıyordu. Jonghyun ona tüm gücüyle kaçmasını haykırınca kendine geldi. Şaşkınlığını üstünden atar atmaz yumruklarını sıktı.
-Kaçmak mı? Dalga geçiyorsun herhalde?
Yan taktığı çantasını çıkarıp yere atarak kendisine sırtı dönük adamlardan birinin karın boşluğuna tüm gücüyle yumruk attı ve arkasından bacağını tekmeledi.
-Seni küçük...
Adam cümlesinin devamını getiremedi, çünkü kafası hemen yanlarındaki duvarla tanışmıştı. Kafasını tutarak sağa sola 1-2 adım sendeledikten sonra yere düşerek kendinden geçti. Ezgi diğer adama doğru hamle yapmak için Jonghyun'a dönmek üzereyken omzunda bir el hissetti ve yumruk savurarak arkasını döndü.
Jonghyun Ezgi'nin yumruğunu eliyle havada durdurarak kurtulmuştu.
-Bununla bana attığın yumruk sayısı üç oldu!
-Bununla bana attığın yumruk sayısı üç oldu!
Ezgi kocaman açılmış gözlerle durdu ve yerde yatmakta olan diğer adamı gördü. Gene aynı şeyi mi yapmıştı? Üst üste Jonghyun’dan özür dilemeye başladı. Bir taraftan eğiliyor, bir taraftan da durmadan özür diliyordu. Jonghyun omuzlarından tutarak onu durdurdu ve gülümseyerek ona baktı.
-Önemli değil. Tam bir vahşisin, ama buna alışmaya başladım sanırım.
Ezgi tekrar özür dileyerek başını önüne eğdi. Jonghyun ciddi bir bakışla Ezgi’yi süzdü.
-İyi misin?
-Evet, iyiyim.
-Beni bırakmadın. Teşekkür ederim. Seninle geçirdiğim her an, sana ait bambaşka şeyler keşfetmek çok güzel.
Ezgi'nin elinden tutarak hızlıca yürümeye başladı.
-Seninleyken en güvenli mesafenin bu olduğunu farkettim. Bu şekilde yumruk yeme riskim de yok.
Ezgi Jonghyun'un garip konuşmasına şaşkınlıkla baktı. Jonghyun'sa "Ne saçmalıyorum ben?" diye düşünerek konuyu hemen değiştirdi.
-Kararlarıma itiraz edilmesinden hoşlanmam. Hemen bir taksiye atlayıp polise gidiyoruz. Ne olacaksa olsun. Bundan daha tehlikeli olmayacağı kesin.
Jonghyun yoldan geçen bir taksiyi çevirirken Ezgi elini Jonghyun'un elinden çekti.
-Önce üniversiteye profesörümü görmeye gitmem gerekiyor. Eğer ona rağmen çözemezsem isteğine karşı koymayacağım. Söz veriyorum.
---
-Önemli değil. Tam bir vahşisin, ama buna alışmaya başladım sanırım.
Ezgi tekrar özür dileyerek başını önüne eğdi. Jonghyun ciddi bir bakışla Ezgi’yi süzdü.
-İyi misin?
-Evet, iyiyim.
-Beni bırakmadın. Teşekkür ederim. Seninle geçirdiğim her an, sana ait bambaşka şeyler keşfetmek çok güzel.
Ezgi'nin elinden tutarak hızlıca yürümeye başladı.
-Seninleyken en güvenli mesafenin bu olduğunu farkettim. Bu şekilde yumruk yeme riskim de yok.
Ezgi Jonghyun'un garip konuşmasına şaşkınlıkla baktı. Jonghyun'sa "Ne saçmalıyorum ben?" diye düşünerek konuyu hemen değiştirdi.
-Kararlarıma itiraz edilmesinden hoşlanmam. Hemen bir taksiye atlayıp polise gidiyoruz. Ne olacaksa olsun. Bundan daha tehlikeli olmayacağı kesin.
Jonghyun yoldan geçen bir taksiyi çevirirken Ezgi elini Jonghyun'un elinden çekti.
-Önce üniversiteye profesörümü görmeye gitmem gerekiyor. Eğer ona rağmen çözemezsem isteğine karşı koymayacağım. Söz veriyorum.
---
-----
Taksi ilerlerken Ezgi telefonunu çıkarıp profesörü aradı. Telefon uzun uzun çaldı ve sonunda açıldı. Karşıdaki adam Ezgi'nin sesini duyunca devam etmesini beklemeden üniversitedeki odasında onu beklediğini söyledi ve telefonu kapattı. Ezgi doğru iz üzerinde olduğunu hissediyordu. Camdan dışarıyı izlemeye başladı. Uzun sessizliği bozan Jonghyun oldu.
-Şu anda aklından ne geçtiğini bilmek isterdim.
-Bunu sana söylemeli miyim bilmiyorum. Gene dalga geçersin eminim.
-Geçmeyeceğim. Hadi anlat.
-Seni bir kere bile olsa canlı dinlemek istediğimi düşünüyordum. Hiç fırsatım olmayacakmış gibi hissediyorum. Gerçekten çok isterdim.
Jonghyun bu kadar olay, bu kadar karışıklık içinde Ezgi'nin aklından geçenin bu olmasına çok şaşırdı. Gülümsedi.
-Az önce bir sonraki konserimize en ön sıra VIP koltuğundan bilet kazandın o zaman. Hem de konser sonrası sahne arkası gezisi dahil!
Ezgi Jonghyun'a baktı. Bu karmaşa çözüldükten sonra da onunla görüşmeye devam etme fikri, konserlerine davet etmesi onu düşündüğü kadar mutlu etmemişti. Çünkü bunun bir hayalden öteye gidemeyeceğini hissediyordu. Üniversiteye yaklaştıkça yarını bir daha göremeyecekmiş gibi hissetmeye başlamıştı. "Bugün son günüm" diye bağıran bir his gittikçe içinde büyüyordu. Dudaklarından sadece belli belirsiz bir "Teşekkür ederim" çıkmasına Jonghyun şaşırmıştı. Ezgi'de ters giden birşeyler olduğunu o da hissetmişti. Gün boyu her şeye korkusuzca kafa tutan bu kız belki de sınırına gelmiş olmalıydı.
Okulun sessiz koridorlarında yürürlerken Jonghyun tedirgindi. Hemen önünden derin düşüncelere dalmış yürüyen Ezgi'ye baktı. İçinde birşeylerin sızladığını hissetti. Şu ana kadar onunla kaldığı için pişman değildi. Ama ikisi neden böyle tanışmak zorundaydılar, neden başka bir zamanda, başka bir yerde değil? Belki bir kafede, belki arkadaşlarıyla dışarı çıktığında... Kimi kandırıyordu ki? Onu büyük ihtimalle farketmezdi bile. Ezgi'yi ilk gördüğünden beri bir mıknatısa çekilir gibi karşı koyamadan yanında kalmak istemişti. İlk gördüğündeki Ezgi'nin hüzünlü bakışlarını hatırladı. O an, Ezgi'nin kalbini görmüştü. O kötü biri değildi, kötü hiçbirşey yapmamıştı, bundan emindi. Jonghyun onun için endişelenmişti ve hala endişeleniyordu. Evet, pişman değildi. Tek istediği her şeyin bir an önce normale dönmesi ve güvende olmalarıydı. Kafası ne kadar karışık olursa olsun tüm gücüyle odaklanmaya çalışmaya devam etmeliydi. Ezgi’nin elini asla bırakmayacak ve pes etmesine izin vermeyecekti. Bu yükü omuzlarından almalı ve artık bu karmaşaya bir son vermeliydi.
Ezgi neler olduğunu anlatabileceğine inandığı tek kişiye, profesörün odasına doğru yürürken aklından yüzlerce düşünce geçiyordu. Profesör onu beklediğini söylemişti sadece. İçeride neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Ama içgüdüleri düğümü burda, profesör sayesinde çözeceğini söylüyordu. Yorulmuştu. Hala korku hissetmiyordu ama neler olduğunu bilmemekten çok yorulmuştu. Jonghyun için endişelenmekten yorulmuştu. Onu artık güvende görmek istiyordu. Keşke hiç karşılaşmasalardı. Neden o ara sokakta onu kendi haline bırakmamıştı ki? Jonghyun neden bu kadar inatçıydı, neden pes edip arkasına bile bakmadan kaçmıyordu?
Bir anda, Jonghyun'un kendisini bırakıp gittiği düşüncesiyle kalbinin acımasına engel olamadı. Ne yani, gerçekte onu güvende olacağı bir yere göndermek yerine yanında kalmasını, elini hiç bırakmamasını mı istiyordu? Ezgi elleriyle başını tuttu ve kendisine çok kızdı. Nasıl bu kadar bencil olabilirdi! Nasıl böyle bencilce şeyler düşünebilirdi!
Profesörün odasının önüne geldiler. Ezgi Jonghyun'a dönmeden arkası dönük konuştu.
-Lütfen beni burda bekler misin? Yalnız konuşmak istiyorum.
Jonghyun Ezgi'nin donuk ses tonundan etkilenmeden onun önüne geldi ve cebinden çıkardığı bir şeyi Ezgi'nin avucunun içine bıraktı. Ezgi şaşırdı,
-Nedir bu?
Avucunu açtığında mor bir gitar penası gördü.
-İlk zamanlarımdan beri cebimde taşırım. Sana güç verecek.
Ezgi hiçbir şey söylemeden avucundaki penaya bakıyordu.
-Burda olacağım. Bir sorun olursa bana sesleneceğine söz ver.
Ezgi ifadesiz, sadece başını salladı ve kapıyı tıklatıp içeri girdi.
-Profesör?
Karşıdaki masa boştu ama bilgisayar açıktı. Ezgi odaya göz gezdirdi. Perdeler yarı kapalı olduğu için masa lambası ve aralıktan sızan güneş ışığından başka bir aydınlık yoktu. Oda fazla loş ve sessizdi. Garip. Çok garip... Ezgi yan asılı olan çantasını arkasına doğru ittirdi ve tehlike sinyalleri veren vücudunu savunmaya hazırladı. Normal değildi, hazır olmalıydı. Jonghyun'u dışarda bırakmam iyi oldu, diye düşündü ve içeriye doğru iki adım daha atarak tekrar seslendi.
-Profesör, benim Ezgi. Sizi az önce aramıştım. Sizinle konuşmam gerekiyor.
Karanlıktan bir ses,
-Konuşacaksın merak etme, diye yanıt verdi.
Ezgi hızla başını sesin geldiği yöne çevirince köşede oturan birini gördü. Hemen arkasında da kitaplığın kenarına yaslanmış elinde silah olan biri çarpık bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Silahını masaya doğru geçmesini işaret ederek sallarken, koltuktaki adam Ezgi'yi süzerek konuştu.
-Bu kadar adamımızı atlatmayı başaran ufaklık sensin demek. Neyse ki hatamı çabuk anladım. Bir işinin yolunda gitmesini istiyorsan kendin yapacaksın. Aynen şu an olduğu gibi. Tüm gün seni yakalamaya çalıştılar, ama sonunda kendi ayaklarınla bana geldin.
Adamın garip bir şekilde güven veren yüzüne ve yumuşak konuşmasına rağmen, Ezgi karşısındakinin ne kadar tehlikeli biri olduğunu açıkça hissedebiliyordu. Karşı koymadan masaya doğru yürüdü.
-Yanındakinin ünlü biri olduğunu duydum. Başımıza dert açabilir. Onu içeri çağır ve ondan kurtul. Eğer tek bir saçma harekette bulunmaya kalkarsan bir intihar notu yazdırır ikinizi de camdan atarım.
Adam ellerini havada parantez açar gibi tutarak hafifçe gülümsedi.
-Basına da güzel bir hikaye çıkmış olur. Zavallı aşıkların çözülemeyen gizemi.
Ezgi dişlerini sıkarak konuştu.
-Bana düşünmem için sadece iki dakika verin. Ondan kurtulacağım.
Ezgi sandalyeye oturdu ve gözlerini bir süre belli bir noktaya sabitleyerek düşünmeye başladı. Jonghyun zekiydi, şüphelenmeyeceği şekilde konuşmalıydı. İstediği en baştan beri onun güvende olması değil miydi zaten? Düşündüğü şekilde olmasa da sonunda bu gerçekleşecekti. Geri dönmeyi aklından bile geçirmeyeceği şekilde onu yönlendirmeliydi.
-Hazırım. Lütfen ona dokunmayın. Halledeceğim.
Sandalyede arkasına yaslandı ve kaygısız bir ses tonuyla seslendi.
-Jonghyun!
Jonghyun sadece birkaç saniye sonra odadaydı. Ezgi'nin umursamaz bir şekilde hocanın masasında oturmasına şaşırarak soran gözlerle ona baktı. Ezgi Jonghyun'un gözünün karanlığa alışmasına izin vermeden konuşmaya başladı.
-Seninle açık konuşacağım çünkü fazla vaktim yok ve senin gibi biriyle daha fazla vakit kaybetmek istemiyorum.
Jonghyun yumruk yemiş gibi bir ifadeyle ses tonuna hakim olamadan nerdeyse bağırarak konuştu.
-Bu... Bu da ne demek oluyor?
Ezgi kahkaha atarak, dalga geçen bir sesle konuştu.
-Şu ana kadar anlamadığına inanamıyorum. Hiçbir şey hatırlamıyorum kısmına 5 yaşındaki çocuklar bile inanmazdı. Beni çok eğlendirdin.
Jonghyun'un şok geçirmekte olan yüz ifadesine bakarak aynı kayıtsızlıkla devam etti.
-Hala göremiyor musun? Baştan beri seni sadece kullandım. Senin gibi bir safla karşılaşmam iyi oldu, yoksa onlardan tek başıma kaçmayı başaramayabilirdim. Takside aradığım kendi ekibimdi, beni almaya geliyorlar. Şimdi, seninle işim bittiğine göre bir daha da karşıma çıkmanı istemiyorum. Git burdan! Hemen!
Jonghyun yumruklarını sıkarak Ezgi'ye kısılmış gözlerle bir süre baktı. Ezgi bakışlarına daha fazla dayanamayacağını hissederek sandalyeyi çevirerek ona arkasını döndü ve Jonghyun'un nefretini kusmasını beklemeye başladı. Jonghyun sadece bir kaç saniye ayakta dikildi. Hiç bir şey söylemedi. Tek kelime bile... Ezgi nefes almakta zorlandığını hissetti. Hem gururunu incitmiş, hem de kalbini kırmıştı. Keşke bağırsa, içindekileri döküp o kapıdan sonsuza kadar öyle çıksaydı. "Özür dilerim Jonghyun" diye geçirdi içinden, "özür dilerim". Jonghyun'u bir daha görememekten daha çok canını yakan, ondan böyle ayrılmak olacaktı. Ezgi elini kalbine koyarak sanki acısını dindirebilirmiş gibi tüm gücüyle kalbine bastırdı.
Ezgi neler olduğunu anlatabileceğine inandığı tek kişiye, profesörün odasına doğru yürürken aklından yüzlerce düşünce geçiyordu. Profesör onu beklediğini söylemişti sadece. İçeride neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Ama içgüdüleri düğümü burda, profesör sayesinde çözeceğini söylüyordu. Yorulmuştu. Hala korku hissetmiyordu ama neler olduğunu bilmemekten çok yorulmuştu. Jonghyun için endişelenmekten yorulmuştu. Onu artık güvende görmek istiyordu. Keşke hiç karşılaşmasalardı. Neden o ara sokakta onu kendi haline bırakmamıştı ki? Jonghyun neden bu kadar inatçıydı, neden pes edip arkasına bile bakmadan kaçmıyordu?
Bir anda, Jonghyun'un kendisini bırakıp gittiği düşüncesiyle kalbinin acımasına engel olamadı. Ne yani, gerçekte onu güvende olacağı bir yere göndermek yerine yanında kalmasını, elini hiç bırakmamasını mı istiyordu? Ezgi elleriyle başını tuttu ve kendisine çok kızdı. Nasıl bu kadar bencil olabilirdi! Nasıl böyle bencilce şeyler düşünebilirdi!
Profesörün odasının önüne geldiler. Ezgi Jonghyun'a dönmeden arkası dönük konuştu.
-Lütfen beni burda bekler misin? Yalnız konuşmak istiyorum.
Jonghyun Ezgi'nin donuk ses tonundan etkilenmeden onun önüne geldi ve cebinden çıkardığı bir şeyi Ezgi'nin avucunun içine bıraktı. Ezgi şaşırdı,
-Nedir bu?
Avucunu açtığında mor bir gitar penası gördü.
-İlk zamanlarımdan beri cebimde taşırım. Sana güç verecek.
Ezgi hiçbir şey söylemeden avucundaki penaya bakıyordu.
-Burda olacağım. Bir sorun olursa bana sesleneceğine söz ver.
Ezgi ifadesiz, sadece başını salladı ve kapıyı tıklatıp içeri girdi.
-Profesör?
Karşıdaki masa boştu ama bilgisayar açıktı. Ezgi odaya göz gezdirdi. Perdeler yarı kapalı olduğu için masa lambası ve aralıktan sızan güneş ışığından başka bir aydınlık yoktu. Oda fazla loş ve sessizdi. Garip. Çok garip... Ezgi yan asılı olan çantasını arkasına doğru ittirdi ve tehlike sinyalleri veren vücudunu savunmaya hazırladı. Normal değildi, hazır olmalıydı. Jonghyun'u dışarda bırakmam iyi oldu, diye düşündü ve içeriye doğru iki adım daha atarak tekrar seslendi.
-Profesör, benim Ezgi. Sizi az önce aramıştım. Sizinle konuşmam gerekiyor.
Karanlıktan bir ses,
-Konuşacaksın merak etme, diye yanıt verdi.
Ezgi hızla başını sesin geldiği yöne çevirince köşede oturan birini gördü. Hemen arkasında da kitaplığın kenarına yaslanmış elinde silah olan biri çarpık bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Silahını masaya doğru geçmesini işaret ederek sallarken, koltuktaki adam Ezgi'yi süzerek konuştu.
-Bu kadar adamımızı atlatmayı başaran ufaklık sensin demek. Neyse ki hatamı çabuk anladım. Bir işinin yolunda gitmesini istiyorsan kendin yapacaksın. Aynen şu an olduğu gibi. Tüm gün seni yakalamaya çalıştılar, ama sonunda kendi ayaklarınla bana geldin.
Adamın garip bir şekilde güven veren yüzüne ve yumuşak konuşmasına rağmen, Ezgi karşısındakinin ne kadar tehlikeli biri olduğunu açıkça hissedebiliyordu. Karşı koymadan masaya doğru yürüdü.
-Yanındakinin ünlü biri olduğunu duydum. Başımıza dert açabilir. Onu içeri çağır ve ondan kurtul. Eğer tek bir saçma harekette bulunmaya kalkarsan bir intihar notu yazdırır ikinizi de camdan atarım.
Adam ellerini havada parantez açar gibi tutarak hafifçe gülümsedi.
-Basına da güzel bir hikaye çıkmış olur. Zavallı aşıkların çözülemeyen gizemi.
Ezgi dişlerini sıkarak konuştu.
-Bana düşünmem için sadece iki dakika verin. Ondan kurtulacağım.
Ezgi sandalyeye oturdu ve gözlerini bir süre belli bir noktaya sabitleyerek düşünmeye başladı. Jonghyun zekiydi, şüphelenmeyeceği şekilde konuşmalıydı. İstediği en baştan beri onun güvende olması değil miydi zaten? Düşündüğü şekilde olmasa da sonunda bu gerçekleşecekti. Geri dönmeyi aklından bile geçirmeyeceği şekilde onu yönlendirmeliydi.
-Hazırım. Lütfen ona dokunmayın. Halledeceğim.
Sandalyede arkasına yaslandı ve kaygısız bir ses tonuyla seslendi.
-Jonghyun!
Jonghyun sadece birkaç saniye sonra odadaydı. Ezgi'nin umursamaz bir şekilde hocanın masasında oturmasına şaşırarak soran gözlerle ona baktı. Ezgi Jonghyun'un gözünün karanlığa alışmasına izin vermeden konuşmaya başladı.
-Seninle açık konuşacağım çünkü fazla vaktim yok ve senin gibi biriyle daha fazla vakit kaybetmek istemiyorum.
Jonghyun yumruk yemiş gibi bir ifadeyle ses tonuna hakim olamadan nerdeyse bağırarak konuştu.
-Bu... Bu da ne demek oluyor?
Ezgi kahkaha atarak, dalga geçen bir sesle konuştu.
-Şu ana kadar anlamadığına inanamıyorum. Hiçbir şey hatırlamıyorum kısmına 5 yaşındaki çocuklar bile inanmazdı. Beni çok eğlendirdin.
Jonghyun'un şok geçirmekte olan yüz ifadesine bakarak aynı kayıtsızlıkla devam etti.
-Hala göremiyor musun? Baştan beri seni sadece kullandım. Senin gibi bir safla karşılaşmam iyi oldu, yoksa onlardan tek başıma kaçmayı başaramayabilirdim. Takside aradığım kendi ekibimdi, beni almaya geliyorlar. Şimdi, seninle işim bittiğine göre bir daha da karşıma çıkmanı istemiyorum. Git burdan! Hemen!
Jonghyun yumruklarını sıkarak Ezgi'ye kısılmış gözlerle bir süre baktı. Ezgi bakışlarına daha fazla dayanamayacağını hissederek sandalyeyi çevirerek ona arkasını döndü ve Jonghyun'un nefretini kusmasını beklemeye başladı. Jonghyun sadece bir kaç saniye ayakta dikildi. Hiç bir şey söylemedi. Tek kelime bile... Ezgi nefes almakta zorlandığını hissetti. Hem gururunu incitmiş, hem de kalbini kırmıştı. Keşke bağırsa, içindekileri döküp o kapıdan sonsuza kadar öyle çıksaydı. "Özür dilerim Jonghyun" diye geçirdi içinden, "özür dilerim". Jonghyun'u bir daha görememekten daha çok canını yakan, ondan böyle ayrılmak olacaktı. Ezgi elini kalbine koyarak sanki acısını dindirebilirmiş gibi tüm gücüyle kalbine bastırdı.
Jonghyun içindeki kızgınlığı bastırmaya çalışarak arkasını döndü. Tam kapıdan çıkmak üzereyken hafifçe dönerek Ezgi'ye bakma tenezzülü bile göstermeden buz gibi bir ses tonuyla konuştu.
-Bu kapıdan çıkar çıkmaz adını bile hatırlamayacağım merak etme. Değmezsin.
-Bu kapıdan çıkar çıkmaz adını bile hatırlamayacağım merak etme. Değmezsin.
Ezgi Jonghyun'un kapıdan çıkmasıyla ayağa kalkarak kapıya doğru bir adım attı, ama kendini hemen durdurdu. Cebindeki penayı sıkarak fısıldadı,
-Elveda...
Hemen ardından ağzına bastırılan bir bezle bilinci de kalbi kadar derin bir karanlığa gömüldü.
-Elveda...
Hemen ardından ağzına bastırılan bir bezle bilinci de kalbi kadar derin bir karanlığa gömüldü.
2 yorum:
Hemen Hemen Hemenn 5. bölüm gelsinn :)
Süper olmuş :)
Çok merak ettim hikayenin devamını ya nasıl bekleyecem yarın akşamı :)
Yorum Gönder