~Bölüm 5~
***
Ezgi artık pes etmişti. Burdan çıkış yoktu, bu açıktı. Gözlerini kapatıp adamın silahın tetiğine basmasını beklemeye başladı. Huzurluydu. Jonghyun güvendeydi. Bu düşüncenin ve cebinde varlığını hissettiği penanın gücünü ve huzurunu hissetti. Ölmeye hazırdı.
***
Ezgi artık pes etmişti. Burdan çıkış yoktu, bu açıktı. Gözlerini kapatıp adamın silahın tetiğine basmasını beklemeye başladı. Huzurluydu. Jonghyun güvendeydi. Bu düşüncenin ve cebinde varlığını hissettiği penanın gücünü ve huzurunu hissetti. Ölmeye hazırdı.
***
-Ezgi, Ezgi kızım iyi misin?
Ezgi derinlerden gelen sesin yavaş yavaş daha da netleşmeye başlamasıyla kendine geldi. İlk hissettiği büyük bir baş ağrısı ve kulaklarındaki uğultu oldu.
-Baba?
Kafası karışmıştı. Birbirine yapışmış gibi hissettiği göz kapaklarını kendini zorlayarak araladı. Eski, ahıra benzeyen bir harabedeydi. Hava kararmıştı. Neler olduğunu hatırlamaya çalışarak etrafa bir süre boş gözlerle baktı. Hatırlar hatırlamaz oturduğu sandalyeye bağlı ellerini kurtarabilmek için olduğu yerde çabalamaya başladı.
-Boşuna çabalama. İplerden kurtulsan bile dışardaki azılı katil grubundan kurtulman imkansız.
Ezgi o kadar çırpınmaya iplerin birazcık bile gevşemediğini anlayınca uğraşmaktan vazgeçti ve gözlerini karşısında kendisiyle konuşan adama dikti. Ağırbaşlı bakışları ve olgun duruşunda bir öğretmen havası vardı. Kim olduğunu çözmesi kısa sürdü.
-Profesör?
-Özür dilerim Ezgi. Başka ne yapacağımı bilemedim. Özür dilerim.
Profesörün çektiği acı ve pişmanlık bakışlarından açıkça anlaşılıyordu. Ezgi soran gözlerle profesöre baktı.
-Neler oluyor profesör? Neden burdayım? Bu adamlar neden inatla bütün gün beni takip etti? Benim gibi bir öğrencide istedikleri ne olabilir?
-Şşştt, yavaş konuş, uyandığını duymasınlar. Herşeyi anlatacağım.
Profesör başı önünde düşünüyordu. Sessizlik uzadıkça Ezgi'nin sabırsızlığı da artıyordu. Daha birkaç saat önce sıcacık evindeyken bir anda kendini Kore'de kötü adamların arasında bulmuştu. Belki de daha önce gelmişti ve hafızasını kaybetmişti, belki de her şey bir rüyaydı. Karşısındaki adam tüm bu olayların ne kadarıyla ilgiliydi? Bilmecenin parçaları birbirine o kadar girmişti ki resmin tamamını göremiyordu. En azından neden burda bir sandalyeye bağlanmış ölümle burun buruna olduğunu bilmeliydi.
-Profesör, okuldan öğrenciniz miyim? Tanışıyor muyuz?
Profesör başını kaldırarak şaşkınlıkla Ezgi'ye baktı.
-Elbette, sene başında okula geldiğinden beri derslerine giriyorum. En aktif öğrencilerimden birisin, hatta Türkiye'yi de kapsayan bir tezinle ilgili sana yardım ediyordum. Nerdeyse her gün yanıma uğrardın, hatırlamıyor musun?
Ezgi dudaklarını ısırdı. "Hatırlamama kısmının profesörle ilgisi yokmuş demek", diye düşündü. Aklına ilk gelen şekilde cevap verdi.
-Evet, doğru. Sadece... kafam biraz karışık.
Profesör sonunda anlatmaya karar vermiş olmalıydı ki konuşmaya başladı.
-Bu sabah da yanıma uğramıştın. Ama bilmiyordun tabi, bilemezdin. Odada yalnız değildim Ezgi. Sana ayrıntılarını açıklayamayacağım devlet için çalışan gizli bir proje ekibindeyim. Proje taslağımız geçtiğimiz ay çalındı. Değiştirdiğim şifrelerini bir CD'ye kopyalamıştım. Yapmamalıydım biliyorum ama beni güvende tutabileceğini sanmıştım. Yanılmışım. Seni odadan gönderirken CD'yi farkettirmeden çantana attım. Senden şüphelenmeyeceklerini ve bana zaman kazandıracağını düşünmüştüm. Özür dilerim Ezgi, asla zarar görmeni istemezdim, asla. Lütfen beni affet. Silahları vardı, ne yapacağımı bilemedim. Paniklemiştim.
Günün başından beri yaşadıkları Ezgi’nin gözünün önünden geçmeye başladı. Çantasındaki CD… Burda ilk gözlerini açtığında adamın elinde çevirdiği CD. Restoranda çantasını döktüğündeki CD. Çantada 2 CD vardı. Biri abisinin kaydıydı, diğerinin ne olduğunu düşünmek hiç aklına gelmemişti. Demek herşey bunun içindi.
-Bizi bırakmayacaklar değil mi profesör?
Ezgi'nin her şeyi normal karşılamış hali ve soğukkanlı konuşması profesörü şaşırtmıştı. Tam bu sırada kapı açıldı ve içeriye üç adam girdi. İçlerinden biri ilk kavgasındaki adamlardan biriydi. "İşte bu harika!" diye söylendi Ezgi.
Adam sırıtarak Ezgi'nin yanına yaklaştı ve silahını çıkararak başına dayadı.
-Şimdi sürünerek kaçma sırası kimdeymiş bakalım. Hayatın için yalvarmayacak mısın?
Adamın küçümseyen ses tonuna Ezgi kısılmış bakışlarla cevap verdi. Bakışlarıyla açıkça, umrumda değilsin, ne istiyorsan yap, diyordu sanki.
Korku...
Ezgi hala korku hissetmiyordu. Artık pes etmişti. Burdan çıkış yoktu, bu açıktı. Şu andan itibaren herşey sadece şansına ve kaderine kalmıştı. Eğer hayatının burda bu şekilde sonlanması gerekiyorsa artık karşı çıkmayacaktı. Zaten uzun süredir amaçsız yaşamıyor muydu? Gözlerini kapatıp adamın silahın tetiğine basmasını beklemeye başladı. Son kez yapmak istediği şeyler vardı tabi ki. Mesela ailesine üzülmemelerini ve onları çok ama çok sevdiğini söyleyebilmek isterdi. Onları son bir kez görebilmek isterdi.
İnsan ölmeden önce gözünün önünden hayatı film şeridi gibi geçer, dediklerini hatırladı. Ama Ezgi'nin gözünün önüne gelen görüntüler o anda sadece Jonghyun'a aitti. Elinde Jonghyun'un elinin sıcaklığını hissediyordu; gülümseyen yüzünü, sevecen bakışlarını görüyordu. Kulaklarında kahkahaları vardı. Huzurluydu. Onu son anda da olsa kendisinden uzaklaştırdığı için mutluydu. Jonghyun güvendeydi. Bu düşüncenin ve cebinde varlığını hissettiği penanın gücünü ve huzurunu hissetti. "Hazırım", diye düşündü.
Bir anda dışarda bir patırtı koptu. Odadaki diğer iki adam kapıya doğru koştu. Tam o sırada kapı büyük bir patırtıyla açıldı ve içeriye bir adam sırt üstü düştü. İçeri giren kişi, adamlardan birini takip bile edemediği üç hızlı yumrukta yere düşürdü ve diğerine koşarak tekme attı.
-Jonghyun!
Ezgi'nin çığlığı başındaki adamı kendine getirdi. Silahını tam Jonghyun'a çevirmişken Ezgi sandalyesiyle dönerek onu yere düşürdü ve silah ileriye sürüklendi.
-Aptal mısın sen! Ne işin var burda? Neden geldin?
-Bu sıcak karşılaman ve içten teşekkürüne minnettarım. Teşekkürlerini daha sonra kabul etmeye devam ederim. Şimdi burdan çıkmalıyız.
Jonghyun bir taraftan da Ezgi'nin elindeki ipleri çözüyordu.
Profesör heyecanla konuştu.
-Acele etmelisiniz. Çok kalabalıklar, diğerleri hemen gelecektir.
Cümlesini bitiremeden kapıdan silahın tıkırtısı sesi geldi. Bu küçük ses hepsini olduğu yerde dondurmaya yetmişti.
-Ooo, misafirimiz varmış.
Yumuşak sesli patronları gayet sakin, gülerek konuşmuştu. Ellerinde silah tutan beş adamın yanında duruyordu.
-Ben yokken burayı böyle mi koruyorsunuz? diyerek yerdeki adamlardan birine tekme attı.
Verdiği işaretle adamlardan kirli sakallı olan Jonghyun'a silahını doğrultarak odanın ortasına getirdi ve diz çöktürdü.
Patron Ezgi'ye baktı.
-Sana onu göndermen için bir şans vermiştim. Şimdi bu sorunu benim çözmem gerekecek.
Ezgi kocaman açılmış gözlerle bağırdı.
-Hayır! Lütfen onu bırakın! Hiçbir şey bilmiyor! Lütfen onu bırakın ve beni alın!
Patron Ezgi'nin söylediklerini umursamadan adamlarına döndü.
-Burda işimiz artık bitti. (Jonghyun'u gösterdi) Şundan başlayarak burayı temizleyin ve hemen gidelim. Bu kadarını yapabilecek misiniz?
-Hayır! Onu bırakın, lütfen!
Az önce başında duran adam silahını alarak tekrar Ezgi’ye doğrultmuştu. Ama Ezgi’nin umurunda değildi. Gözleri tam karşısında başında silah olan Jonghyun’daydı. Ezgi sonuna kadar onun için savaşmak istese de artık yapabileceği hiçbir şey olmadığını biliyordu.
Beyni ve kalbi patlayacakmış gibi hissediyordu. Çaresizliğin acısı sanki tüm vücudunu uyuşturmuş gibiydi.
Korku, sevdiğin birinin incinmesiydi. Korku onu koruyamamak, onu sonsuza kadar kaybetmekti. Korku acı vericiydi. Ezgi artık korku hissediyordu, hem de en ağır şekliyle.
0 yorum:
Yorum Gönder