Bölüm 1: Kafe
“Bugün çarşamba. O gene burada.”
Miya gene kendine engel olamadan onu izliyordu.
“Birazdan elini kaldırıp beni çağıracak ve her zamanki gibi bir americano isteyecek.”
-Affedersiniz, bir americano alabilir miyim?
“Kahvesini masasına koyduğumda bana çok kısa bakacak, hafifçe başını eğerek teşekkür edecek.”
-Teşekkürler.
“Şimdi önce kahvenin kapağını açacak.
Bardağı iki eliyle kavrayacak, gözlerini kapatıp kahveyi koklayacak.
Başını camdan dışarı çevirip öylece geçen insanlara bakacak, en fazla 1-2 dakika.
Kahve bardağını alarak yavaşça kalkacak. Tam dışarı çıkacakken kapıda durup kafe sahibine el sallayacak ve bir şey söylemeden gidecek.”
Her çarşamba aynı saat, aynı masa, aynı sipariş, aynı ritüel.
Miya aslında oldukça dalgın biriydi. Ama adam daha ilk gelişinden itibaren dikkatini çekmişti. Sebep genç adamın hep bir maske ve şapka takması değildi. Tuhaf görünümlü biriydi, ama sebep bu değildi. Gözleri Miya’ya çok tanıdık geliyordu. Öyle ki Miya bazen yüzünü elleriyle zorla tutup gözlerine daha uzun bakabilmek istiyordu. Delice bir his olduğunu biliyordu ama gözleri… Gene de onu görmek Miya’yı tedirgin ediyor nedense.
-Her seferinde ona dik dik bakmak zorunda değilsin Miya.
-Ama unni, neden gene para almadınız? Dilencileri buraya alıştırırsanız işimiz var.
Miya hem bardakları diziyor, hem de söylenmeye devam ediyordu. Dışarıdan onların şu halini izleyen biri Miya’yı patron, kafe sahibini çalışan sanırdı. Ama elinde değildi, o maskeli adam Miya’yı hep tedirgin ediyordu.
-Parayı reddeden benim. Hem o maskeyi takmak zorunda olmak onun suçu değil Miya! Anlattığına göre lisedeyken bir kaza geçirmiş ve ailesini kaybetmiş. Üstelik aynı kaza hayatı boyunca maskeyle kapatmak zorunda kaldığı o korkunç izi bırakmış. Ama bence bir de hediye bırakmış.
-İşte gene başlıyoruz. Hediye dediğin sihirli güçler değil mi? Hep aynı saçma hikaye.
-Miya! Neden beni dinlemiyorsun? O adamda bir şey var! Hem gelmeye başladığından beri kafenin kazancı ikiye katlandı, farkında değil misin? O adamın sihirli güçleri var, bana niye inanmıyorsun!
-Şifacıları, medyumları duydum da “sihirli gücü” olan birini ilk defa duyuyorum. Bizim de bir ara uçan adam Sabri’miz vardı, onun gibi bir şey mi bu da acaba?
Miya kahkahalarına engel olamıyordu.
-Sen dalganı geç bakalım. Gene de ona terslenmesen kendin için iyi edersin. Böyle birine belli olmaz.
Miya gözlerini devirerek gülmeye devam etti. Patronu Maske’yle ilgili konuşmayı severdi ve onu bu konuda kızdırmak çok kolaydı. Hatta onu Maske konusunda sinir etmek Miya’nın hoşuna bile gidiyordu.
Her çarşamba aynıdır.
Her çarşamba aynı tuhaf genç adam gelir. Her çarşamba Miya ve patronu aynı atışmayı yapar. Her çarşamba akşamı birlikte dışarı çıkarak barışırlar.
Her çarşamba. Asla değişmez.
Miya okul için Kore’ye geldiğinde bursu yeterli gelmemiş ve iş aramak zorunda kalmıştı. Lisede de yaz aylarında çalıştığı için neyse ki bu duruma alışıktı ve iş bulması uzun sürmemişti. Yurtta kalmak istememişti. Kafeye yakın tek odalı kiralık evinde kalmak yurttan daha uyguna geliyordu zaten. Patronuyla birbirlerine o kadar ısınmışlardı ki, sınav dönemlerinde derslerine rahatça çalışabilmesi için patronu saatlerini ayarlayarak ona destek olurdu. Akşamları kafeyi kapattıktan sonra keyifleri yerindeyse yürüyüşe çıkar ya da bir yerlere müzik dinlemeye giderlerdi. Patronu daha çok jazz dinlemeyi sevse de Miya seviyor diye rock müzik dinlemeye gittikleri olurdu.
Miya bu rutin hayatından memnundu. Sabahları gözünü açtığında o günün nasıl olacağını bilmek ailesinden uzakta ve yalnız yaşayan Miya için rahatlatıcı bir durumdu.
Oysa sadece kısa bir süre sonra ‘değişim’ denen şey onun da hayatına girecekti. Çünkü insanlar ne kadar kaçmaya çalışsa da değişim onları saklandıkları delikten çıkarmayı her zaman bilir.
Bölüm 2: Seçim
-Bugün çarşamba değil mi unni?
-Evet, neden sordun?
-Tuhaf… Maske gelmedi…
Miya tezgahın üstünü siliyor gibi dursa da aslında ne yaptığını kendisi de bilmiyordu. Maske’nin her zamanki geliş saatinin üstünden tam 2 saat geçmişti. Daha önce hiç gelmemezlik yapmamıştı. Aklına kötü şeyler geliyordu hiç durmadan. Başına bir şey mi gelmişti? Belki araba çarpmıştı, ya da silahlı bir soygunun ortasında kalmıştı. Belki de polis onu bir suçlu sanıp yanlışlıkla vurmuş olabilir miydi? Belki bir kabadayı grubu ona çatmıştı ve onu ölümüne dövmüşlerdi ve şu an bitkisel hayattaydı! Ya da sarhoşken tren raylarında uyuyakalmıştı ve sonra…
2 saat 12 dakika oldu. Neden bu kadar geç kaldı, neden!
Miya duraksadı. “Niye bu kadar endişeleniyorum ki? Onu tanımıyorum bile”
-Unni, Maske hakkında başka bir şey biliyor musun? Yani, nerde çalışır, nerde yaşar gibi.
-Onun gerçekte nerde yaşadığını kimsenin bildiğini sanmıyorum. Belki bir evi bile yoktur, bilemiyorum. Hiç konuşmadığın için bilmiyorsun ama Maske’nin tuhaf bir enerjisi var, insanı hemen kendisine çeker. Yeni tanıştığı insanlarda kalır, hatta bir yaz sabahı onu basketbol sahasının yanındaki bankta uyurken görmüştüm. Yıldızları izlerken uyuyakaldığını söylemişti. Bugüne kadar gördüğüm en tatlı delidir o. Ne yapacağı asla belli olmaz.
Kafe sahibi tuhaf bir bakışla Miya'yı süzdü.
-Miya kızacaksın ama… farkında değilsin, sen de çoktan onun yörüngesine girdin bile. Sadece kendine itiraf edemiyorsun önyargıların yüzünden. Çirkin biri olduğunu düşündüğün için. Kabul et.
Miya son söylenenleri duymamış gibi yaparak kapıdan giren müşteriyi karşılamaya gitti. Normalden birazcık fazla endişeleniyordu, hepsi bu. Nolmuş yani, olamaz mı?
Günün devamında Miya’nın ağzından nerdeyse tek söz çıkmadı. Gün bitti ama Maske gelmedi. Son müşteriden sonra akşamüstü kafeyi kapattılar. Miya eve gitmek istediğini söyleyerek patronundan ayrıldı.
Güzel bir hava vardı. Hafif bir rüzgar olsa da getirdiği sadece çiçek kokularıydı. Baharın son günlerinde evine giden yol işte böyle kokuyordu. Ama evine giden yolun hissettirdikleri bugün her zamankinden farklıydı. Parkın yanından geçerken Miya çocukların sesini duyamayacak kadar dalgındı hala.
“Ya tekrar gelmezse? Bir kere daha görmek istiyorum. Sadece bir kere daha”
-Abla! Lütfen topumuzu bize at artık!
Miya hemen önündeki topa boş boş baktı, yere eğilip eline aldı. Doğrulduğu anda onu gördü.
-Ah! Kahveci kız!
Akşamüstü güneşinin kızıl ışıkları bir insanın gözlerinden böyle yansıyabilir mi? Bu mümkün mü?
“Sadece bir kere daha”
İşte karşısındaydı, parmağını ona doğru uzatmış gülüyordu. Ama bu his de ne? Hayır, hayır, bu saçmalık!
Miya topu çocuklara attı ve kaşlarını çatarak Maske’ye döndü.
-Kahveci kız değil. Mi-ya! Kaç aydır kafeye geliyorsunuz ama isimleri bile öğrenemediniz mi bayım?
Bugün şapka takmamıştı. Üstünde siyah bir gömlek vardı. Gömlekteki logo Miya’nın dikkatini çekti. Gözlerini kısıp okumaya çalıştı.
Maske gülümseyen gözlerle ona baktı.
-Beni hatırlamana sevindim. Daha önce konuşmamıştık. Ben Maske. Hadi gel, seni gideceğin yere bırakayım. Motorun bende kalmasına izin verdiler.
Miya tam o anda logoda yazan şeyi seçebildi, “Hominos Pizza”
-Arkadaşım bugün rahatsızlandığı için yerine bakmak zorunda kaldım. Son bir teslimatım var ama istersen seni de eve bırakayım, olur mu?
Miya tüm gün kafasından geçen onlarca kötü ihtimali hatırlayıp dudaklarını büzdü. Böyle basit bir sebep aklının ucuna bile gelmemişti. İşe gitmesi gerektiği için gelememişti, hepsi bu. Sebep bu kadar basitti.
Maske yol kenarındaki motora binmiş, bir eliyle arka koltuğa pat pat vururken diğer eliyle Miya’ya motosiklet başlığı uzatıyordu.
İnsan hayatında bazı anlar vardır. O anda karar vermeniz, o anda yapmanız gerekir. Küçük, basit bir karar gibi görünür. Ama getirdikleri hislerin, zamanın, hatta insanın kendisinin bile ötesinde olur.
Miya motora doğru adım attı.
“Ne yapıyorum ben?”
Başlığı kafasına taktı. Nereye tutunacağını bulmaya çalıştı. Tabi ki ona dokunmayacaktı.
“Bu saçmalık. Saçmalık”
Maske motoru çalıştırdı ve sinyal vererek yola çıktı.
-Bekle! Evim tam tersi tarafta!
-Öyle mi?
-Beni eve bırakacağını söylemiştin!
-Son bir teslimatım olduğunu da söylemiştim.
-Ne?!
-Sadece Suwon’a gidip döneceğiz.
-Bu en az 1 saat demek!
-Miya, çok fazla düşünüyorsun. Hadi gidiyoruz!
-Ne!!!
Maske cebindeki telefonunun sesini duyunca cevaplamak için kulaklığı kulağına taktı. Miya’ysa arkada avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
-Seni öldüreceğim! Elbet bu motoru bir yerde durduracaksın, işte o zaman seni kendi ellerimle öldüreceğim!
Maske kulaklığını iyice oturtup telefonu açtı.
-Hyung, nerdesin gene? Bugün birlikte yemek yiyeceğimize söz vermiştin, unuttuğunu söyleme sakın.
-Hayır, sadece işim çıktı, gelemeyeceğim. Başka sefere, tamam mı?
-Hyung, “o”nun da geleceğini düşündüğün için yapıyorsan sadece biz olacağız. O gelmiyor ve...
-Motor sürüyorum, kapatmalıyım. Sonra ararım.
-Ama Yon…
Cümlesini tamamlamasına izin vermeden telefonu kapatmıştı bile.
İnsan hayatında bazı anlar vardır. Başkası olmanın zor geldiği anlar. Her zaman seçme şansınız da vardır. Sadece kendiniz olmayı seçmek gibi. Sizi hislerin, zamanın ötesine geçirir. Hatta bazen kalbinizin bile.
Ekranın ışığı sönmeden önce arayanın adı son kez göründü: Jungshin
.
..
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
0 yorum:
Yorum Gönder